24 Haziran 2020 Çarşamba

Rosatom’u tanıma dersleri -1

Şu an hisselerin %100'üne sahip olan Rosatom, asla yüzde 51'inden azına sahip olmayacak şekilde Akdeniz’in kıyısına konuşlandırılan bu nükleer santrali işleterek gerek Türkiye gerekse bulunduğu coğrafyaya damgasını vuracak.



Türkiye tarihinde  ilk kez ticari bir nükleer santralin kurulması için atılan adımların inşaat sürecine kadar evrilebildiği bir projede usul usul ilerleniyor. Evril-e-bildiği diyorum çünkü dönemine özgü şartlara sahip olmakla birlikte tarihsel izleğine aykırı düşmeyen şekilde siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla çevrelenmiş bir ortama rağmen “durmak yok yola devam”sloganının hakkını verme çabası belirleyici.  Öyle ki dünya Covid 19’dan kırılırken 6500 civarında taşeron işçinin çalıştığı Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) şantiyesindeki faaliyetler askıya alınmak bir yana “siyasi iktidarın temsilcileri tarafından “Akkuyu inşaatı  atom çekirdeği üzerinde yükseliyor!” nidasıyla kamuoyuna duyuruluyor.
Esasen, Akkuyu NGS Projesi’ne gölge etmesi muhtemel engellerin yok farz edileceği hükümetlerarası anlaşmanın icat edilmesiyle kendini göstermişti. Nitekim bu anlaşma için imzaların atılmasını yasama ve yargı süreçlerinin projenin önünü açan şekilde işletilmesi ve akabinde yatırım kararlarının “mega projeler” adı altında serbestçe uygulamaya konması izledi. Bu aşamada da 18 yıl önce elde ettiği hükümet olma hakkını bugün de sürdüren siyasi iktidarın her türlü engeli  aşmaya dönük  gayretinin belirleyici olduğu aşikar.

Rusya’nın nükleer başarısızlıklarının mirasçısı

Ne var ki  Akkuyu NGS ‘nin kurulmasına yönelik ilk resmi adım olan hükümetlerarası anlaşmanın diğer tarafını oluşturan, Rusya devleti tarafından görevlendirilen Rosatom şirketi tarafındaki gelişmeler de gözardı edilmemeli. Zira şu an hisselerin %100’üne sahip olan Rosatom, asla yüzde 51’inden azına sahip olmayacak şekilde Akdeniz’in kıyısına konuşlandırılan bu nükleer santrali işleterek gerek Türkiye gerekse bulunduğu coğrafyaya damgasını vuracak. Bugünümüzü ve yarınımızı ipotek altına almaya muktedir konumundaki, nükleer kaza sicili kabarık; iklim krizi şartlarında yüzen nükleer santraliyle, kutuplarda nükleer buz kırıcısıyla dolaşan, Techa Nehri’ni radyasyona boğan bir şirket olacak…
Biraz da bu nedenle önceden yazılarımda yer yer değindiğim Rosatom’la ilgili paylaşımları  ilk örneğini okumakta olduğunuz biçimiyle (düzenli olmayan fakat aynı çatı altında toplanabilecek şekilde) “Rosatom’u Tanıma Dersleri” başlığı altında tekrara kaçmamayı da umarak ele alma gereği duyuyorum.
Rosatom2000’li yıllardan itibaren Rusya Devleti’ne ait Atom Enerjisi Şirketi olan Rosatom, kuruluşu 1940’lara uzanan ve  SSCB ‘nin ömrünü tamamlamasıyla 1991 yılı itibariyle Rusya Federasyonu’na devrolan askeri ve sivil nükleer programın idaresini elinde tutan şirket. Dolayısıyla bugünkü Rosatom’u Rusya devletinin tarihi nükleer programın mirasçısı olduğu kadar nükleer başarısızlıklarının vebalinin mirasçısı olarak görmek mümkündür.
Bu açıdan Akkuyu NGS’de operasyona başlamadan kirlilik hasıl olurken üretime geçilmesiyle yaşanabilecek ekolojik felaketlere dair fikir vermesi için işletmecinin sabıkalı siciline bakmak bile yeterli olabilir. Kaldı ki Rusya ve nükleer felaket kelimeleri yan yana geldiğinde akıllara ilk olarak Çernobil Nükleer Felaketi  geliyorsa da konuya daha aşina olanlar için 1957 yılında Mayak Nükleer Santral Tesisi’nde tarihe Kyshtym Kazası olarak geçen nükleer kazayı hatırlatmak gerekir. Kyshtym kazasında, nükleer atıkların soğumaya bırakıldığı tesisteki patlama nedeniyle binlerce kişi tahliye edilmiş ve 30 köy haritadan silinirken gerçekler dünya kamuoyundan 1990’lara kadar  saklanmıştı. Kaynaklar Mayak Nükleer Santrali’nde meydana gelen irili ufaklı kazaların sayısının 132’ye vardığını göstermektedir. 
Buna ek olarak  Greenpeace Rusya‘nın 2014 yılında hazırladığı ve 2017’de  güncellenen raporuna göre de Rosatom, 1948’lerden itibaren tesisin bulunduğu bölgenin içme suyu da olan Techa Nehri’ne radyoaktif atıklarını boşaltmıştır. Hatta kimi kaynaklara göre bu kirlilik 2004 yılına kadar, kimi kaynaklara göre ise bugün de devam eden bir şekilde, çevre halkı dahil bu nehirden yaşam bulan yüz binlerce canlının geri dönüşü olmayan şekilde sağlıklı bütünlüğünü kaybetmesine neden olmuştur. Öte yandan Rosatom’u değerlendirirken son dönemde meydan gelen Nenoksa olayı ve karşısındaki sorumsuzluklarını da anımsamak yerinde olur. 

Finansal altyapısı yatırımları karşılamaya yetmiyor

Geçmişi böylesine karanlık olan Rosatom’un bugünkü operasyon ve yatırımlarına  bakacak olursak web sitesinde yer alan bilgiye göre halihazırda ülke sınırları içinde 11 nükleer tesiste toplam 36 reaktörü bulunuyor. Ne var ki nükleer endüstrinin genel olarak aktif olmayan reaktörlerini hesabın dışına almaya cesaret edemediği üzere yedi reaktörün ömrünü tamamlamış olarak devreden çıkarılmış olduğu detayına web sitesinde pek yer verilmemiş.
Bununla birlikte Yeryüzü Dostları Derneği- Rusya tarafından Rusya’daki nükleer karşıtı mücadelenin değerlendirildiği rapora göre de ülkedeki reaktörlerin bir çoğu 1970’lerde ömürleri 30 yıl olarak dizayn edilmiş olan, dolayısıyla üretim lisansları uzatılmış olan reaktörlerdir. Nitekim siyasi iktidarların reaktörleri devreden çıkarmayı mümkün olduğunca erteledikleri ortamda Rusya’da da halihazırda operasyonda bulunan reaktörlerin %70’inin lisansları yenilenmiştir.
Öte yandan şirketin yurt dışı operasyonları web sitesinde yer alan bilgiye göre 35-36 civarında görünse de Rosatom’u takibine alan sivil toplum örgütü Ecodefense, ülkenin nükleer enerjinin  geliştirilme süreçlerinden  vazgeçmesini, mevcut nükleer enerji santrallerini kapatarak devreden çıkarmasını talep etmesiyle kendisi de hükümetin hedefi haline gelmiştir.  Ecodefense’in tespitlerine göre anlaşma yapılmış olan projeler Macaristan, Finlandiya, Beyaz Rusya, Çin ve Türkiye dahil 12 ülkede, toplam 26 reaktör için söz konusudur. Örgüt, Rosatom’un hedefinde olmayı hak edercesine şirketin üstlenmiş olduğu bu yatırımların toplamının 133 milyar Dolar’a tekabül etmesine karşın, finansal alt yapı ve kaynaklarının en fazla 90 milyar dolar civarını karşılayabilecek durumda olduğuna işaret eder. 

‘Nükleer sömürgecilik’

Rusya’daki aktivistleri Rosatom ile yakın dönemde direkt karşı karşıya getiren önemli  bir olay ise Krasnoyarsk şehrinde yüksek tehlikeli radyoaktif atıklar için bir depo kurmayı planlaması oldu. İnşaatın yurt dışı projelerinden elde edilecek nükleer atığın depolanması için gerekli görülmesi ise “nükleer sömürgecilik yapılıyor”iddiasını gündeme getirdi. Bu nedenle de şehre yalnızca 40 kilometre mesafede Sibirya’nın Yenisei Nehri kıyısının seçildiği bu operasyonu, çevre aktivistleri  gelecek kuşaklara karşı işlenen suç kategorisine alınmasını talep ediyor. Krasnoyarsk halkı yaşadıkları yerin nükleer çöplüğe çevrilmesine karşı yedi yıldır mücadele veriyor ve toplanılan imza sayısı 146 bine ulaşmış durumda. 
Nükleer endüstrinin başını çeken Rosatom’un nükleer atıklarıyla gerek kendi gerekse Kazakistan gibi komşu ülkelerin topraklarında nasıl bir çevre felaketine yol açtığı da sır değil. Bu noktada daha önceki bir yazımızda okuyabileceğiniz gibi Akkuyu NGS’de inşaat halindeyken dahi inşaat işçilerinin foseptiğini direkt köyün içinden geçen Çağlayık Deresi’ne verip Akdeniz’i kirleten şirketin, bu ülke topraklarında radyoaktif atıklarla, ihmalkarlıklarıyla yapabileceklerini hayal etmek maalesef güç değil. 

Yeşil Gazete
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)

Radioactive facts in Gaziemir and authoritarian negligence

Gaziemir, one of the 30 districts of Izmir, was recognized as “Chernobyl of Izmir” due to the nuclear waste that remained in the soil for decades. The nuclear waste was detected in the grounds of The Aslan Avci Lead Factory in 2011, soon after the factory moved away to an other district of Izmir and the company was sentenced to pay the highest environmental penalty of 5.7 million Turkish Liras for its polluting the environment. Being at a distance of 75-100 meters from two primary schools with over 1000 students attending each, it is located in the middle of the town.


Despite the fact that authorities were informed by press releases of environmental organizations such as Aegean Environment Platform(EGECEP) and Anti-Nuclear Platform Izmir (NKP Izmir), negligence remains with the radioactive waste in the soil. As a result of being affected negatively the civil society claimed lawsuits in 2014 for the sake of public health and psychology but the problem remains unsolved as civil society excluded from the legal process. According to the statement by experts, the amount of the waste were known as 100 thousand tones; but today new facts are emerging regarding the amount being twice or triple more.
This article aims to draw the readers’ attention to find a solution by being the voice of victims. It highlights the results of living in a toxic and radioactive environment, provides information regarding the institutions which used to be responsible, and asks who is responsible within the system called Presidential system which we are now in since 2018.

A 70 year problem

Scraps and various parts were brought to the factory grounds and processed in the recycling facility as a part of operations at Aslan Avci for 70 years. But operations that caused toxic waste and were never supervised by authorities have been affecting residents in the neighbourhood. Despite an increase in urbanization and its being made a district due to the population growing to hundreds of thousands living in the neighbourhood, the lead recycling process continued in the factory untill 2011. However, the path of ambition and lack of supervision extended the operation all the way to bringing nuclear wastes in the factory grounds.
The waste which was buried in the land of Aslan Avci entered the public agenda 2007 for the first time upon the residents noticing it, and it became top news. It was also confirmed by the Turkish Atomic Energy Agency (TAEK) that nuclear waste had been buried in the field of Aslan Avci Lead Factory and the material under the soil was Europium 152( EU 152)with half life of 13 years which can be found in used nuclear fuel. But although 7 years have passed, no legal action was taken to protect society untill the company owners were sued as a results of complaints raised by the residents in 2014.
The judicial process which was carried out by Plaintiff attorney Arif Ali Cangi and the company was sentenced to pay 5.7 million TL (approx. 815 thousand EUR), the highest environmental penalty ever declared in Turkey. However, the factory owners objected to the penalty and ignored the court decision and refused to apply for an Environmental Impact Assessment (EIA) for the decontamination process. As a result the company attempted to carry out the radioactive decontamination through makeshift methods. Claiming that there was a violation of right to property, the defendants applied to the Constitutional Court (AYM) but, they experienced a second shock in February 2019 when the final decision of the court was declared since the AYM did not intend to interfere with the right to property and the sentence of 5.7 Million TL fine was was declared as appropriate and proportionate.

‘A smell of a mixture of hydrochloric acid and bleach’

After introducing some cases chronologically, this article will try to provide an understanding of how the residents who have been left to live with radioactivity within toxic waste in the neighbourhood and how they are affected in their daily lives. Especially at the time of the Covid-19 threat when it is “normal” to be closed in interior spaces, imagine you had to avoid even opening a window due to the existing smell of a mixture of hydrochloric acid and bleach. Gaziemir residents have been living in such conditions that a pregnant woman is afraid for her baby’s future and her voice trembles. Another woman in the neighbourhood who moved to Gaziemir after her marriage tells how they have been suffering from the smell for 17 years so that she never allows her children to play in front of the apartment building. The smoke rising after the rain and the red dust brought by the wind too means we need to worry, while reminding the nuclear waste.
On the other hand, these externalities also make negative impact on health…. While some residents suffer from asthma diseases in the neighbourhood, there is also a risk that the nuclear-contaminated wastes which was buried in the soil are flammable through chemical reaction. It was February 2019 when the firefighters said “This is a bomb ready to explode!,” when fire started in the factory grounds.

Not 100 thousand but even 250-300 thousand tons of radioactive slag!

Despite of the fact that the public health has been ignored for 13 years and no precautions have been taken, the scale of the problem is likely even bigger than what the public knows. According to the statement of a witness who had worked at the factory, nuclear waste was brought into operation at the end of 2006 and processed. Meanwhile, the recycling of scrap nuclear fuel rods caused radioactive contamination of scraps that were recycled consecutively, due to the usage of same furnaces in the subsequent processes. Earlier waste was contaminated as well, since nuclear waste was burried in the ground on top of others. As a matter of fact, according to the witness’ court statement, some waste was sent to the disposal facility of the municipal waste management company IZAYDAS, but were rejected due to the radioactivity detected.
In short, the entire land of Aslan Avci factory is radioactive, and such an amount of radioactive waste has been mixed within the soil that the amount of radioactive slag corresponds to 250-300 thousand tons. According to the results of measurement and analysis performed by the Environment and Urbanization Ministry, Atomic Energy Agency of Turkey (TAEK) and universities on the factory grounds, it was determined that there was a mixture of radioactive and chemical pollution in varying proportions of waste [1]. Even in the official reports, it is stated that there are toxic elements such as lead, arsenic, zinc and manganese in the soil, together with the radioactive element EU 152”. However, if the amount described above is true and the amount that radioactive pollution is around 250-300 thousand tons, the reason for not taking precautions up until now might be the “difficulty in dealing with the problem”.
Since it is so difficult for them to acquire it, the defendants who own the Aslan Avci factory attempted to convert the EIA decision which the court mandated to “a hazardous waste recycling project” permit instead. In other words, they tried to get a permit again for a factory in the middle of the neighbourhood by assigning the 3rd Party company Turanlar to start recycling within the grounds. Plus, the statement in EIA such as “In general, there is no radioactive pollution observed in the field other than the waste stored on the surface” is proof of how oblivious institutions regarding the issue acted.
Who is responsible? Nuclear Regulatory Institution (NDK) or Energy, Nuclear, Mining Research Institution of Turkey (TENMAK)?
The new address of this nuclear waste problem in Gaziemir District was previously followed by mainly TAEK now seems to be performed by NDK which is an institution announced by presidential decree in December 2017, just 1 month before the announcement of the Presidential System. Indeed since TAEK is abolished, the responsibilities of NDK concerning nuclear risks seemed to be safety of people and the environment; safety of nuclear facilities; management of radioactive wastes and radiation safety [2].
On the other hand, while the former staff of the “abolished” TAEK were transferred to the units of NDK, we can see that TAEK was only “closed” two years later in March 2020 [3]. NDK was so insufficient in covering TAEK’s tasks that TENMAK which is to combine nuclear research with mining, R&D and renewable energy categories under the same roof was established. As a result, TAEK with 65 years of experience was divided according to administrative, social and technical branches.
Although we can assume that TAEK’s human resources and historical know-how were transferred to both NDK and TENMAK, it is obvious that this new situation will not let these institutions to act freely and match TAEK’s ability to make a holistic and independent assessment. On the other hand, TENMAK activities are subjected to the budget of the Ministry of Energy and Natural Resources while it inherits TAEK for all its scientific references. Despite NDK refering to TAEK for its scientific approach, NDK has the President as its top authority and it seems to be the only decision-maker for the processes such as radiation safety and social health risks related to nuclear processes.
In fact, a name close to the current government, Mehmet Emin Birpinar, Deputy Undersecretary of the Ministry of Environment and Urbanization, in 2013 had also confirmed the detection of radioactive slag and warned the public against even using the groundwater due to the risk of these wastes mixing into the groundwater[4]. It is obvious that Gaziemir is the first test of NDK[5], it has been 2 years since the exam started, and NDK has practically failed.
In summary, this failure for the disposal of nuclear waste in Gaziemir District has become a structural problem, since the Municipality of Izmir is not even authorized to consider a solution for the problem within its 2020-2024 Strategy Plan for Gaziemir Municipality, since it is a nuclear matter NDK is the address to make every decision.
For Gaziemir, NDK should immediately start the decontamination process and radioactive slag should be removed and sent directly to the disposal facility. But supporting the construction of Akkuyu Nuclear Power Plant even over the Covid-19 pandemic crisis, we can not expect the NDK to act candidly even in case of a nuclear accident.
*
Notes
[1] Removal of Radioactivated Wastes by Physical Methods, Cleaning of the Site and Recovery of Lead Obtained Project, Final EIA report  here
[2]Nuclear Regulatory Authority’s legislation and regulations here
[3]Details about TENMAK here
[4] The highest penalty for environment pollution in Turkey  here
[5]Nuclear regulatory Authotiy(NDK) and Gaziemir  here

Pınar Demircan

Yeşil Gazete

Ergene sizi çağırıyor!

Istranca Dağları'ndan tertemiz doğduktan yedi kilometre sonra evsel ve sanayi atıkların hücmuna uğrayan Ergene Nehri, maruz kaldığı şiddeti on yıllardır istemsizce etrafına yayıyor, yaşamları söndürüyor. Bu feryadı duymaya hazır mısınız?





Trakya Havzası’nı sulayan Ergene Nehri beni en çok yıllar önce izlediğim Gündöndü Belgeseli’yle yüreğimden  yakaladı. Önceden Çernobil bulutlarının getirdiği yağmurun havzadaki çeltik tarlalarında yol açtığı radyoaktif kirliliğin detaylarını merak ederken, bu belgesel siyasi iktidarların umursamazlığının ve ihmalkarlığının Çernobil kadar ölümcül sonuçları olduğunu gösteren net bir örnek olarak belleğimde yer etti. Kendime “Peki ben Ergene için ne yapabilirim?” diye  sorduğumda ise bu yazının sözünü vermiş olduğum üzere şu anda bu satırları okuyorsunuz…
Zira bugünlerde Ergene’nin sesini duyurmak gibi bir şansı var: Gündöndü Belgeseli bu yazının sonunda vereceğim linklerden izlenebilecek şekilde erişime açık, hatta önümüzdeki günlerde belgeselin yapımcısı ve yönetmeni olan Nejla Demirci ile bir söyleşi de planlanıyor. Demirci  aynı zamanda Yüzleşme, Kanun Hükmü ve yapım aşamasındaki Güneş belgesel filmlerinin de yapımcısı ve yönetmeni.
Gündöndü’nün ilk gösterimi 2012 yılında Fransa’nın Marsilya kentinde dünyanın birçok ülkesinin ekoloji mücadelesi veren gruplarından, üniversitelerden, çiftçi hareketlerinin katılımıyla gerçekleştirilen Alternatif Su Forumu’nda yapıldı. 2 Aralık 2012 Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nde Çevre Filmleri Festivali 2012 “En İyi Belgesel Ödülü” ve 24 Mart 2013 Ankara Film Festivali “Jüri Özel Ödülü”ne layık görülen belgeselin bugüne kadar 80 civarında özel gösterimi oldu. Demirci’nin “Ergene’ye sahip çıkmak herkesin kendi yaşamına sahip çıkmasıdır” vurgusuyla ürettiği belgesel bir dramı gözler önüne seriyor. Istranca Dağları’ndan tertemiz doğduktan 7 kilometre sonra evsel ve sanayi atıkların hücumuna uğrayan Ergene, maruz kaldığı şiddeti on yıllardır istemsizce etrafına yayıyor, yaşamları söndürüyor… Bu feryadı duymaya hazır mısınız? 
Ben büyünce burada yaşamayacağım, Çorlu’da da yaşamayacağım. Derenin kokusu Çorlu’ya da geliyor…
Fazla detaya girmeden ön bilgi vermek adına ilk söylenmesi gereken sanırım Ergene’nin Türkiye’de sınırları belirlenmiş 23 havzadan biri olduğudur. Zira Ergene 35-40 yıl öncesine kadar geçtiği topraklara can veren bir nehirken plansız sanayileşme, öngörüsüzlük ve ihmalkarlık  nedeniyle Türkiye’nin en kirli nehirlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Bırakın sağlıklı yaşamayı küçük bir çocuğun bile tahammül sınırlarını zorlayan koku nehre boşaltılan atıkların eseri! Öyle ki atıklarla suyun debisi altı  katına çıkarken Saray, Çerkezköy, Çorlu, Muratlı, Lüleburgaz, Babaeski, Pehlivanköy, Hayrabolu, Uzunköprü ve Meriç’ten geçerek İpsala’da Meriç Nehri ile birleşen 285 kilometre uzunluğundaki nehirdeki kirliliğin izi Ege Denizi’nden devam edilerek Adriyatik Denizi’ne kadar sürülebiliyor.  
Ergene deşarj
Türkiye’de 90’lı yıllar itibariyle yoğun uygulanan neoliberal politikalar, altyapısız ve düzensiz sanayileşmenin önünü açarken doğduğu yerde içilebilen 1. kalite suyun Çerkezköy’den sonra döküldüğü Meriç’e kadar uzandığı hat boyunca 4. kalite ve neredeyse simsiyah olarak devam etmesinin temel nedeni. Ne var ki bugüne dek bu durumu değiştirecek somut bir adım atılmadığı gibi bölgeye yeni sanayi tesislerinin gelmesiyle sorunlar derinleşmiş durumda. Nitekim belgeselde nehir boyunca kurulu bulunan köylülerle yapılmış olan mülakatlar bölge sakinlerinin acı, endişe ve umutsuzluklarını net bir biçimde ortaya koyuyor.  
Nehirdeki kirliliğin temel müsebbibi olan sanayi tesisleri Tekirdağ civarında konuşlanmış bulunuyor. Buna göre Çerkezköy, Çorlu, Muratlı ve Lüleburgaz çevresinde gelişmiş sanayi ve kirleticilik sırasına göre birinciliği tekstil sektörü alırken onu gıda, kimya, deri ve maden sektörleri izliyor.  Yapılan bilimsel araştırmalarla içinde ağır metal, kurşun, kadmiyum, nikel, bakır, çinko gibi maddeler tespit edilen nehir denize dökülene dek aldığı yol boyunca ekolojik kirlilik ve dolayısıyla hastalık saçıyor. Nehir boyunca yerleşik köylüler kirli suyla tarım yapmak zorunda kalırken nehrin denizle buluştuğu Enez’de balıkçılar denizdeki kirliliğin balığı bitirdiğini anlatıyor.
Belgeselden yola çıkarak yaptığım genel bir araştırma önüme Marmara Belediyeler Birliği Raporu’nu getirdi. Buna göre, havzaya günlük yaklaşık olarak 700 bin metreküp atık su deşarj ediliyor; bunun %34’ünü evsel atık su, %66’sını ise endüstriyel atık su oluşturuyor. Dolayısıyla Ergene Havzası bu haliyle bile Türkiye çapındaki çeltik üretiminin %50’sini, ayçiçeği üretiminin %70’ini , buğday üretiminin de %10’unu karşılayan Trakya Bölgesi içinde önemli yer tutarken Ergene temiz akabilseydi neler olurdu hayal etmek serbest! [1]

Trakya ErgeneArıtma girişimleri bile işlevsiz…

Ergene Nehri’nin temiz tutulması için başlatılan çalışmalar yok değil; ne var ki bir sonuç alınamıyor. Örneğin 25 Şubat 2017 tarihinde gerçekleştirilen Marmara Belediyeler Birliği Encümen Toplantısında Ergene Havzası Koruma Eylem Planı masaya yatırılarak yeni yapılan sekiz adet Islah Organize Sanayi Bölgesi devreye alınmışsa da süreç üzerinde olumlu etkisi hala yok. Nitekim Ergene Nehri’nin halk sağlığını tehdit etmesi münasebetiyle arıtma tesislerinin işlevsizlik sorununa çözüm bulunması gerektiğinin altını çizen Türkiye Barolar Birliği’nin açıklamasına göre Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından 2019 Nisan ayı içerisinde bitirilebileceği öngörülen projenin 2021’de tamamlanması bile uzak ihtimal. [2]
Kuşkusuz Türkiye genelinde aşina olduğumuz siyasi kültür gereği Ergene’nin kirletilmesinin yıllardır önüne geçilemeyişinin arkasında sermaye gruplarının siyasi temsilleriyle ilişkisi var. Çok uzağa gitmeden bu baskının gücünü 2011 – 2016 yılları arasında Sağlık Bakanlığı tarafından Kocaeli, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Antalya’da yapılan araştırmadan elde edilen fakat kamuoyuna açıklanmayan sonuçları kamuoyu ile paylaşan Bülent Şık’a dava açılarak hapis istemiyle yargılanmasında da görüyoruz. Nitekim Şık, Ergene Havzası’nda hangi noktada kurşun karıştığına kadar tespit edildiğini ve bu nedenle projenin bu kadar gizlenmeye çalışıldığını, açıklamasının bazı çevreleri rahatsız ettiğini belirtmişti. 
Kırmızı Ergene
Tüm bunlara ek olarak benim aklıma takılan önemli bir husus ise Trakya Bölgesi’nde bu kirliliğe hasıl olan üç önemli şehirde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) seçmeninin etkin olması. Nitekim ’90’lardan bugüne “CHP’nin kalesi” olarak bilinen Trakya’da Edirne ve Tekirdağ belediye başkanları CHP’den olurken Kırklareli’nde de önce CHP’den sonra bağımsız aday kategorisinden yerel seçimi almış bir başkan görevde. Bu durum ister istemez sanayi bölgelerinin yönetiminde yerel yönetimlerin payı ve etkisi yok mu ya da on yıllardır  göz yumulan bu sorunun müsebbibinin diğer illerde siyasi iktidar olduğunu gördüğümüz gibi Trakya için de ana muhalefet partisi mi sorularını akıllara getiriyor. 

Gündöndü Belgeseli’nin gösterimi ve bir söyleşi 

Özetle Türkiye genelinde uzmanların da altını çizdiği gibi kaynağından tertemiz çıkmasına rağmen temiz kalabilen nehir neredeyse kalmamışken Gündöndü Belgeseli bir yaşam kaynağı olan suyun zehre dönüşmesinin boyutlarını, diğer bir deyişle tüm nehirlerle canlı cansız çevresinin dramını gözler önüne seren  çarpıcı bir yapım. Belgesel 1001 Film Festivali kapsamında ve sonrasında da açık olarak şu fragman ve linkten  izlenebileceği gibi, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün bir ertesi günü yani, 6 Haziran Pazartesi saat 21:00’da Belgesel Sinemacılar Birliği’nin Youtube kanalında da Nejla Demirci ile belgesel üzerine bir söyleşi gerçekleştirilecek.
Yazının başında söylediğim gibi, Ergene’nin bir şansı var! Çünkü gidişatın değiştirilmesi durumdan rahatsız olmakla mümkündür. İzleyip rahatsız olmanız temennisiyle…

Yeşil Gazete
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
*
[1] Ergene Havzası, Koruma Eylem Planı Durum Değerlendirme Raporu, Aralık 2018, İstanbul
[2] Türkiye Barolar Birliği(TBB), Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesi ve Marmara Denizi Ortak İnceleme Raporu, 2015

[COP 28] Nükleer enerjinin COP kararına girmesinin arka planı

  Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen  COP  toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...