26 Mayıs 2019 Pazar

Akkuyu'daki Çatlağın Üstü Kapatılmamalı

Anlaşılan o ki, konunun muhatabı olan siyasi yetkililer sessiz kalarak meselenin unutulmasını ummaktadır. Akkuyu NGS inşaatındaki çatlak haberinin üstüne Rosatom’ un yalanlamalarıyla örtüşen sis perdesi bu yazının görseline* ilham olmuştur.


                                      *Görsel: Pınar Demircan/Seyit Saatçi

Kuralına göre yapılmayan işler, uzmanların uyarılarının umursanmaması ve yetkin olmayan yetkililerin sorumsuzluğu neticesinde son on yıl içinde Soma Maden Kazasını, Pamukova, Çorlu ve Eskişehir tren kazalarını yaşadık. Uzmanlar, bilim insanları Akkuyu NGS’nin zemininin inşaata uygun olmadığını söylüyor. Peki uygunsuzluklara ek olarak uygulama ve denetimdeki eksiklerin gölgesinde “aynı gemideki 82 milyon” yola birlikte devam edebilir mi?
Geçen hafta, Mersin’de yapımına başlanmış olan Akkuyu Nükleer Güç Santrali(NGS)’nin temelinde çatlakların oluştuğunu öğrendik. Oysa bir nükleer santralin inşaatı en yüksek güvenliğin ve her açıdan sağlamlığın tesis edilmesi gereken bir yapıdır.  Santralin temel inşaatında sorun yaşanması kabul edilemez. Nitekim tarih boyunca dünya genelinde bilinen benzer bir vaka da yaşanmamıştır. Ancak, bu olayı on ayın sonunda  tekerrür ettiğinde basına sızmasıyla öğrenmemiz de başlı başına üzerinde durulması gereken bir konudur.
Üstelik Akkuyu NGS, inşaatın temelinde çatlak oluştuğunu doğrularken Rus Rosatom Şirketi yalanlamaktadır. Daha vahimi, olayın üzerinden 2, 5 hafta geçmiş olmasına rağmen ne hükümetten ne nükleer konularında en yetkili makam olan Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK)ndan ne de Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK)’ndan bir açıklama yapılmamış olmasıdır.
Anlaşılan o ki, konunun muhatabı olan siyasi yetkililer sessiz kalarak meselenin unutulmasını ummaktadır. Akkuyu NGS inşaatındaki çatlak haberinin üstüne Rosatom’un yalanlamalarıyla örtüşen sis perdesi de bu yazının görseline∗ ilham olmuştur. Nükleer santral inşaatında çatlak oluşuyor ve kamuoyunun bilgilendirilmesine gerek duyulmuyorsa toplum olarak kendimizi başka nasıl bir ülkede hissedebiliriz ki ?

“Bir felakete neden olunmaması için Akkuyu’daki inşaatın durdurulması gerek”
Akkuyu NGS’nin temelindeki çatlaklardan teknik açıdan da bir çok soru işareti yayılmakta.Türkiye Mimar ve Mühendisler Birliği Odası(TMMOB)‘nın da bir kaç gün önce basın bülteni aracılığıyla kamuoyuna bir kez daha duyurduğu gibi inşaatın temelinde çatlak oluşmasına uzanan süreç uzmanların, bilim insanlarının Akkuyu’nun zemin yapısının bir nükleer santral kurulması için uygun olmadığı yönündeki uyarıları dikkate alınmadığı için yaşanmıştır.
Özetle TMMOB tarafından vurgulandığı gibi : Kamu güvenliği açısından çok önemli bir tesis. Bir kaza olması durumunda telafisi olanaksız büyük felaketlere neden olacağı bilinen bir gerçek. Temel çatlağı gibi ileride büyük yıkımlara neden olabilecek teknik hataların yapılmış olması kabul edilemez. Çatlaklar TAEK tarafından tespit edildi, dolayısıyla yürütücü şirketin yalanlaması bir anlam ifade etmez. Bir felakete neden olunmaması için yapım çalışmalarının durdurulması gereklidir”.
Temel çatlatan zeminin üstüne en az 10 bin ton yük! 
Peki Akkuyu NGS’deki inşaat durdurulmazsa ne olacak? Gelin bunu anlamak için Akkuyu NGS’ye inşa edilmesi planlanan Rosatom ürünü AES 2006 tipindeki VVER 1200 reaktörünün ilk örneğini teşkil eden Rusya’daki Novovoronezh 2 Nükleer Santrali’ne bakalım. Rosatom’a teknik altyapı desteği veren tedarikçi şirketin web sitesindeki bilgiye göre, iki adet VVER 1200 reaktörünün ağırlığı muhafaza kapları, ortak buhar jenaratörü, pompaları, basınç kompresörü gibi ekipmanlarıyla tam 3500 ton ! Dolayısıyla emin olmak için Rus uzmanlardan da teyit ettiğim üzere reaktörlerin inşaatı tamamlandığında Akkuyu NGS’deki Nükleer Ada diye bilinen kısıma binecek olan yükün toplam ağırlığı en az 10 bin ton civarında olacak.
Halihazırda Akkuyu NGS’ye 30 kilometre mesafedeki Ecemiş Fay Hattının bulunduğunu, üstelik Fukuşima nükleer felaketinden sonra yeni teknolojilerle yapılan taramaların yeni fay hatlarını gösterebildiğini de buraya not düşmek isterim. Yani Akkuyu NGS’nin kurulmak istendiği bölgede yer bilimi uzmanlarının da daha önceden işaret ettiği Kıbrıs Dalma Batma Çukuru gibi, araştırılması halinde başka yeni fay hatlarının bulunması da muhtemel.
Bu bağlamda sorumuz büyük ölçüde şöyle olabilir: Fay hatlarının %98’i aktif olan ülkemizin depremi tolere edemeyecek nitelikteki bir bölgesinde bir inşaat temeli dahi tutmazken buraya 10 bin tonluk yük bindirecek 4 reaktörün inşa edilmesini siyasi iktidar gerçekten kendi vicdanında tartabiliyor mu?
“82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız”
19 Mayıs 2019 günü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için 100 yıl önce o ilk adımın atıldığı Samsun’da bugünkü siyasetin önde gelen isimleri bir aradaydı. İstanbul’daki yerel seçimin yenilenmesi için enflasyon artışına, Türk Lirasının değer kaybına rağmen adeta zamanın durdurulduğu bir dönemde 100.Yıl vesilesiyle millet, birlik, beraberlik kelimeleri telaffuz edildi.
“82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız. İçeride ne yaşanırsa yaşansın, geminin gövdesinin sağlam kalmasına, motorlarının işlemeye devam etmesine, rotasından sapmamasına katkıda bulunmak hepimizin görevidir”denildi. Bu sözlere karşılık, Akkuyu NGS’nin inşaatına tüm uyarılara rağmen devam edilirse Çernobil Nükleer Felaketi’nin SSCB üzerindeki etkilerini hatırlatmak isterim:
Çernobil Nükleer Felaketi SSCB’nin sonu oldu
26 Nisan 1986 yılında bugünkü Ukrayna sınırları içinde kalan fakat o dönemde eski Rusya, diğer bir deyişle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sınırları içindeki ve SSCB ordusunun kumandasındaki Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen felaket hükümetle halkları arasında var olan mesafeyi ve güvensizliği derinleştirdiği için SSCB’nin dağılmasını tetiklemiştir.
Kaza meydana gelmeden önceki dönemde uzmanlar, bilim insanları nükleer santralin teknolojik alt yapısındaki eksiklikleri tespit etmiş ve uyarılarda bulunmuşsa da hükümet tarafından dikkate alınmamışlardı. Nihayet kazanın ardından yönetimin gerçekleri gizlediği gibi toplum sağlığını da gözetmemesi toplumun yönetime karşı azalan güvenini tümden kaybetmesine yol açmıştır.
Türkiye, Akkuyu NGS inşaatındaki çatlaklar üzerine mecliste soru önergesi sunan, araştırma önergesi veren siyasi partileriyle, basın bültenleri yayımlayan,beyanatlarda bulunan sivil toplum örgütleriyle, meslek örgütleriyle, aktivistleriyle, bilgi isteyen gazetecileriyle, 82 milyon olarak siyasi iktidardan ve kurumlarından bir açıklama beklemektedir. Tam da TMMOB’un vurguladığı şekliyle Akkuyu’daki çatlağın üstü kapatılmamalıdır!
*Dünya çapında ödüllü karikatür sanatçısı , Sinop’lu Seyit Saatçi’ye bu yazıma çizimiyle verdiği katkı için teşekkür ederim.

Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)

Bu yazı Bianet’te de  yayımlanmıştır.

Üç Mil Adası Nükleer Santrali kapatılıyor

Nükleer santral bugün devreden çıkarılsa bile reaktör içindeki yakıt çubuklarının 10 -20 yıl aralığında havuzda tutulmak zorunda olduğu göz önüne alınırsa nükleer riskler tamamen ortadan kalkmış olmayacak.
ABD’nin Pensilvanya Eyaletine bağlı 3 Mil Adası’nda işletilmekte olan ve adını 28 Mart 1979 tarihinde 2 numaralı reaktördeki arıza nedeniyle meydana gelen nükleer felaketle tüm dünyaya duyuran tesisteki reaktörlerden sonuncusu da 40 yıl sonra, yani bu yılın eylül ayında kapatılıyor. Nükleer santral, işletmecisi olan Exelon Generation tarafından yapılan açıklamaya göre 30 Eylül 2019’da  devreden çıkarılacak.


Santralin kapatılmasına temel teşkil eden neden yüksek maliyetler. Zira dünya genelinde nükleer santrallerin risklerine dair farkındalık 33 yıl önce meydana gelen Çernobil ve en son 8 yıl önce meydana gelen Fukuşima nükleer felaketiyle arttı. Nükleer santrallerin zaten yüksek olan maliyetlere bir de risklerin bertarafı için alınması gereken önlemler eklenince durum nükleer endüstri aleyhine değişti. Sonuç olarak 15 yıl çalıştırılacak gibi lisans sahibi olan Üç Mil Adası’nın yegane reaktörünün bakım onarım masraflarıyla uğraşılmasındansa kapatılmasına karar verildi. Santralin kapatma maliyetinin ise 1,2 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor.
‘Dünyanın Çernobil’den önceki en büyük nükleer felaketi’
Haber, Santrali 40 yıl önce sahiplenen işletmeci Exelon’un kıdemli başkan yardımcısı ve nükleer uzmanı Bryan Hanson tarafından yaptığı açıklama ile ortaya çıktı. Hanson açıklamasında “Hükümetin yenilenebilir enerji için verdiği destek ve teşviği karbon salmayan nükleer endüstri için de vermesi gerekirdi” diyerek işini kaybeden 700 civarında santral çalışanı için üzüldüğünü ifade etti.
Pensilvanya eyaletine bağlı Harrisburg’un Üç Mil Adası’nda bulunan reaktörler en yakın yerleşim yerinden yalnızca 16 km mesafede ve iki milyondan fazla insanın yaşadığı merkeze de 80 kilometre uzaklıkta yer alıyor.
1978 yılında devreye alınan santralin soğutma sisteminde 28 Mart 1979 tarihinde meydana gelen bir arıza, Çernobil’den önceki dünyanın en büyük nükleer felaketine neden olmuş, acil durum vanalarından birinin basıncı hafifletmek için açılması büyük miktarda soğutma suyunun  boşaltılmasına yol açmıştı. Soğutma suyu sisteminin arızalanması da  reaktörün kalbinin aşırı ısınmasına ve çekirdek kısmi erimesi de denen radyoaktif yakıt çubuklarında kısmi erimeye neden olmuştu. 
Arıza yüzünden yaşanan toplumsal panik ve güvensizlik, halka bilgi verilmediği için artmış ve insanlara olması gerektiği gibi açıklama yapılarak korunma sağlanmamıştı. Üç Mil Adası Felaketi’nin temizleme ve radyasyondan arındırma çalışmaları yaklaşık 14 yıl sürdü ve parasal maliyeti vergi ödeyen Amerikalılar için 1 milyar Dolar oldu. Beş günlük erime süresince açığa çıkan radyoaktivitenin sağlık üzerindeki etkilerine yönelik kapsamlı çalışmalar ise günümüzde bile oldukça sınırlı sayıda. Nükleer endüstrisinin lobicilik faaliyetleri  neticesinde birkaç çalışma,  felaketin halk sağlığı üzerindeki etkilerinin çok az hatta hiç olduğu yönünde bilgi yaydı. Öte yandan, Atom Bilimcileri Bülteni’nden Joseph Mangan gibi bilim insanları, santralden 16 kilometre yarıçaplı alanın dışında yaşayanlarla, yeni doğan bebek ölümleri veya radyoaktif gazların etkileri üzerine herhangi bir detaylı araştırmanın yapılmamış olmasını eleştirdi. 
Sökümüne 2074’te başlanacak
Üç Mil Adası nükleer felaketinde ölüm ya da yaralanma meydana gelmemekle beraber yaşanan olayın uzun dönem sağlık etkileri takip edilmedi. Tek gerçek; kazanın nükleer santralin güvenli olduğu söyleminin yalandan ibaret olduğunu göstermesiydi. Kısmi erimenin meydana geldiği reaktör hiç bir zaman çalıştırılmadı.
Üç Mil Adası’ndaki reaktörler devreden çıkarılınca Pensilvanya’da aktif durumda 4 reaktör kalmış olacak. Ancak nükleer santral bugün devreden çıkarılsa bile reaktör içindeki yakıt çubuklarının 10 -20 yıl aralığında havuzda tutulmak zorunda olduğu göz önüne alınırsa nükleer riskler tamamen ortadan kalkmış olmayacak. Nitekim santralin söküm işlemlerine ancak bu yakıt çubuklarının tesisten çıkarılmasından sonra 2074 yılında başlanabileceği öngörülüyor.
(Nytimes, Nükleersiz.org)
Yeşil Gazete

Akkuyu’daki çatlak sandığımızdan daha derin

Sıradan bir inşaatın dahi temelinin çatlaması, bir deprem ülkesinde o inşaatın “murdar” olduğunun ispatıyken nükleer santralin temelinin iki kez çatlaması ve çatlağın üstüne beton atılarak bu temelin sağlamlığının “basılan çimento miktarı”yla açıklanması kabul edilemez!’


Türkiye’nin ilk nükleer santralinin kurulması için siyasi iktidarın tüm uyarı ve itirazları görmezden gelerek inşaat izni aldığı Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde (NGS) üç gün önce bir skandal daha yaşandı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) müdahalesiyle sorunun giderildiği, yetkililer tarafından “17 bin metreküp çimento basıldı” ifadesiyle açıklandı.
Nükleer santral gibi azami güvenlik gerektiren bir yapının zeminine dökülen betonun çatlaması yeterince ürkütücüyken TAEK yetkilisinin inşaatın sağlamlığını basılan çimento miktarına eşitlemiş olması inanılır gibi değil!
Yetkililerin, yer bilimci ve uzmanların Akkuyu zemininin karstik yapıda olduğunu, zeminin altının boş olduğunu söylemesine rağmen sesleri siyasi iktidar tarafından duyulmadı.
Nitekim 2016 yılındaki Akkuyu bilirkişi incelemelerinde davacı vekilleri 1983 yılında Akkuyu’da potansiyel bir nükleer santral inşaatına yönelik yapılan zemin etütlerinde basılan çimentonun 150 metre ötede denizden çıktığı bilgisini paylaşmıştı, bugün de bu paylaşımı yinelemekteler.
Esasen 2010’da AKP Hükümetinin Rusya ile hükümetlerarası anlaşma yapmasıyla başlayan Akkuyu NGS tarihine geriye doğru şöyle bir  bakarsak yaşanan olayların arasına aynalar konmuş gibi olduğunu fark ederiz.
Her bir sorunun bir sonraki potansiyel soruna işaret ettiği olaylar silsilesi en iyi “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir”  atasözüyle açıklanabilir.
Putin’e jest
Dünyada yap-işlet-sahip ol modeliyle, yabancı bir devlete kendi ülke toprakları üzerinde nükleer santral kurma iznini, yeri ve yetkiyi veren ilk siyasi iktidar olma vizyonuna(!) sahip AKP iktidarı, projenin kendi idaresi dışında durdurulması ihtimaline karşı iki yıl önce nükleer santralleri mega proje kapsamına aldı.
Zira sivil toplum Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) onayının alındığı 2015 yılının öncesi ve sonrasında tüm gücünü seferber ederek siyasi kararlara karşı canhıraş mücadele etmiş, direnmiş ve davalar açmıştı.
Kronolojik olarak bakarsak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından reddedilen Akkuyu NGS’nin ilk ÇED başvurusu 3000 sayfa haline getirilerek tekrarlanmıştı. Sivil toplumun itirazı için bir aylık süre tanınmasını Rusya Devlet Başkanı Putin’in ziyaretine denk getirilerek siyasi jest şeklinde aniden onaylanması izlemişti.
Bu arada ÇED başvurusundaki sahte imza skandalını, Akkuyu NGS’nin devletle ilişkilerini tesis eden Müdürü Fauk Uzel’in istifa ederken nükleer tesisin alt yapı hazırlık çalışmalarında eksikliklere veryansın ettiğini, Akkuyu NGS’nin sayısız temel atma törenleri silsilesinin ilk ayağında halka ve halkın milletvekiline karşı şiddet kullanıldığını da anımsayalım.
Öte yandan gerek Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) gerekse Avrupa Parlamentosu’nun Akkuyu NGS’ye verilen ÇED onayını eleştiri yağmuruna tuttuğu malumunuzdur.


Raporlar yok sayıldı
O IAEA raporu ki, meslek birlikleri ve odalar Akkuyu NGS yetkililerinden ve Enerji Bakanlığı’ndan aylarca talep etmiş olmasına rağmen sır gibi saklanmış, Hürriyet Gazetesi’nin ABD temsilcisi Tolga Tanış tarafından ortaya çıkarılana kadar kamuoyunun haberi olamamıştı.
Zira nükleer santrallerin kurulması yaygınlaşması için faaliyet gösteren küresel bir üst örgüt olan IAEA dahi, Akkuyu NGS’nin ve Türkiye’deki siyasi kültürün, bağımsızlık gerektiren yasal alt yapının nükleer santral kurmak için uygun olmadığını dünya kamuoyuna ilan ediyordu.
Diğer taraftan 80 kişinin müdahil olmasıyla 13 ayrı sivil toplum örgütü tarafından açılan davalarda Akkuyu NGS’nin 1978 yılında yer lisansının uygunsuzluğundan tutun da bölgenin depremselliği, yeni tespit edilen fay hatları, iklim değişikliği şartlarında gelecekte deniz seviyelerinin yükselmesi risklerinin siyasi iktidarın elinin tersiyle itilerek yok sayılması o güne dek yaşanan gelişmelerin yalnızca olağan bir sonucuydu.
Hatta OHAL kapsamında bir bilirkişinin değiştirilmesi nedeniyle jeolojik yapının ikinci kez tartışıldığı incelemelerde uzman ve davacı vekillerin zeminin uygunsuzluklarına dair sunduğu sayfalarca rapor yok sayıldı.
Nihai kararda ise sanki bu raporlar hiç sunulmamış, riskler açıklanmamış gibi ÇED’in uygunluğuna hükmedildi. Bu karardan bir gün önce Cumhurbaşkanı’nın nükleer santralin kurulmasının engellenemeyeceği yönündeki beyanı tüm olan bitenin nedenlerini somut olarak gösteriyordu.
Kısacası bugün çatlayan reaktör temelinin zeminine beton atılarak inşaata devam edilmesi geçmişte yaşananların doğal bir sonucu. Sorun şu ki, büyük resme baktığımızda her normalleşmenin arkasından yeni ve daha büyük bir sorun ortaya çıkarak çatlak giderek derinleşmekte.
Radyasyon doz sınırlarını siyasi iktidar belirleyecek
Nükleer santrallerin işleyişini, radyasyon sınır dozlarının tayinini, radyasyona maruziyet konularını ilgilendiren, hak, alacak ve borç ilişkilerinin Cumhurbaşkanının başkanlık ettiği Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK) eliyle düzenlenecek olması da yine bu çatlağı derinleştiren bir diğer neden.
Bu noktada 2015 yılında gerek IAEA’nin gerekse Avrupa Parlametosu’nun nükleer alanda yasal altyapı yetersizliğine dair eleştirilerin haklılığı aşikar. Bu nedenle sırf uluslararası standartlara şeklen uygun olsun diye NDK teşkilat yönetmeliğinin ikinci bölümünde NDK’nın denetlenebilir ve bağımsız olduğu “kuruluşun, idari ve hukuki yapısı için kurum kararlarının yerindelik denetimine tabi tutulmayacağı ve hiçbir organ makam, merci veya kişinin kurum kararlarını etkilemeye yönelik emir ve talimat veremeyeceği” ibaresiyle tanımlanmış.
Ancak, nükleer santralin siyasi kararla kurulduğu gerçeğiyle birlikte düşünülürse NDK’nın başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın süreçteki eksiklikleri ve/veya sorunları kamuoyuyla paylaşması, halkı bilgilendirmesi olanaklı görünmüyor. Öte yandan aynı yönetmeliğin 17. maddenin 6. bendinin c fıkrasına göre NDK’nın çalışanların, halkın, çevrenin ve gelecek nesillerin radyasyona maruz kalma riskini içeren her türlü faaliyet nedeniyle maruz kalınabilecek radyasyon doz sınırlarını tayin edebileceği yazıyor.
Bu şekilde gerek nükleer santrallerin gerekse Cumhurbaşkanı’nın sadece bugünü değil gelecek nesillere sirayet edebilecek kararalar alabileceği açıkça kabul edilmiş bulunuyor.
Bugüne dek yaşananların yaşanacakların taahhüdü olduğu aşikar. Hukukun ve yargının bağımsızlığının söz konusu olmadığı; yurttaşın, sivil toplumun iradesini gösteremediği, gösterse de yok sayıldığı, şiddet gördüğü bir ortamda Türkiye’deki nükleer santral kurulum süreçlerine uluslararası kamuoyunun ve kurumların dikkatinin çekilmesi, uluslararası duyarlılıkla sürece müdahil olunması şart. Aksi halde gittikçe derinleşen bu çatlak yakın zamanda bu coğrafyanın karadeliği olacak.
(Bu yazı bianet.org’da da yayımlanmıştır)

Çernobil’den Fukuşima’ya en büyük tehlike devlet aklı

2016 ‘da açıklanan bilimsel verilerin ışığında gelecek 50 yıl içinde 40 bin yeni kanser vakasının nedeni Çernobil olacak.Bu yazımda sağa sola sapmadan meseleyi hükümetlerin, yurttaşların yaşamsal bütünlüklerini tehlikeye attıklarını gösteren temel uygulamalarını ele almaya çalışacağım.
Patlamadan sonra yapılan Çernobil  (Pelin) Meleği heykeli
Öyle bir endüstri ki bu alanda bir kazanın vuku bulması onlarca, yüzlerce belki de binlerce yıl süren felaket demek. Geri dönüşü yok, maddi manevi zararın telafisi mümkün değil….
33 yıl önce 26 Nisan’da Çernobil Nükleer Santrali’nin bir reaktöründe meydana gelen çekirdek erimesi ve patlama, santralin bugün Ukrayna sınırları içinde kalan bölgede ve komşu Beyaz Rusya ile Rusya’da yoğun radyoaktiviteye yol açtı. Çernobil Nükleer Felaketi’nde ilk 10 yıl içerisinde kanser oranları eski duruma göre Ukrayna’da %230, komşu ülke Beyaz Rusya’da %180 arttı.
Ukrayna’da ortalama ölüm yaşının 74’ten 58’e düştüğü gibi somut tespitlerin yanı sıra 2016 ‘da açıklanan bilimsel verilerin ışığında gelecek 50 yıl içinde 40 bin yeni kanser vakasının nedeni Çernobil olacak.
Acil durum tahliyelerinde eksiklikler
Bu yazımda sağa sola sapmadan meseleyi hükümetlerin, yurttaşların yaşamsal bütünlüklerini tehlikeye attıklarını gösteren temel uygulamalarını ele almaya çalışacağım.
Bunu yaparken tanıtımına da katkımın olması amacıyla Çernobil külliyatına son dönemde katılan kitaplardan faydalanacağım.
Önce Kate Brown’ın kaleme aldığı “Manual for Survival: Chernobyl Guide to the Future”adını Hayatta kalmak için Mücadele , Gelecek için Çernobil Rehberi olarak Türkçeleştirebileceğimiz kitaba değinmek istiyorum.
Kitap Ukrayna dışında Beyaz Rusya’da özellikle çocuklarda görülen hastalıkları baz alıyor. Bildiğiniz gibi Pripyat Kasabası’na 4 kilometre mesafedeki Çernobil Nükleer Santral tesisinin etrafındaki yarıçapı 30 km olan alan 67 yıl daha yerleşime kapalı tutulacak ve bugün santralde çelik lahtin inşası devam etmekte.
Kate Brown kitabında Beyaz Rusya’nın güneyinde ikamet bölgesi olan Veprin kasabasının da aynı Ukrayna’da olduğu gibi tecrit bölgesine dönüştürülmesi gereken bir yer olduğundan bahsetmektedir ancak, bu durum 1999 yılında yani Çernobil’den tam 13 yıl sonra anlaşılmıştır.
Nitekim 1990’dan sonra sağlık kayıtları dünya kamuoyuna açılınca görülmüştür ki Beyaz Rusya’ya ait Veprin Bölgesinde çocuklar kanser, anemi, bağışıklık sistemi rahatsızlıkları gibi çok çeşitli kronik hastalıklara yakalanmıştır.
Zira vücut ölçümleri yapıldığında kilogram başına 20 bekerel olması gereken sınır dozun 400 kat aşıldığı görülmüş fakat bölgeye girişler ancak 1999 sonrasında yasaklanabilmiştir.
Radyoaktif ürünlerin piyasaya sürülmesi
Çernobil’e dair ilk aklımıza gelen şüphesiz kendi tecrübemizle sabit olduğu üzere radyoaktif çayların bir önceki yılın mahsulüyle karıştırılarak satılmasıdır.
Lakin dünyaya gözlerimizi çevirip bakarsak bunun diğer devletlerin de başvurduğu bir yöntem olduğunu görürüz.
Adeta bir üst akıl bütün siyas yönetimlere fısıldamış, telkinde bulunmuştur. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı(IAEA)’na ait olduğu şüphe götürmeyen fikirler merkezden çevreye kumanda edilmektedir. Sophie Pinkham, Chernobyl Syndrome/Çernobil Sendromu adındaki kitabı Avrupa’da da süt, et, böğürtlen, yumurta, un, pancar, ıspanak, patates, mantar ve yine çay için raf ömrülerini uzatma yoluna gidildiğinden bahseder.
Yetkililer mahsullerin raf ömrünü kağıt üstünde uzatıp bir kaç ay depoda bekletilmesini uygun görmüştür. Zira onlara göre radyoaktivite zamanla düşecektir.
Bir diğer vaka ise İtalya’nın Yunanistan’dan ithal ettiği 300 bin ton buğdayı radyasyon kontrolünden sonra reddetmesidir. Buğday Yunanistan tarafından da geri alınmayınca Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından teslim alınarak temiz buğdayla karıştırılmak suretiyle gemilerle Afrika’ya ve Doğu Almanya’ya gönderilmiştir.
Sınır dozlarını değiştirmek
Sovyet Rusya imali Çernobil’in acı hatıralarının üstüne 25 yıl sonra 11 Mart 2011 tarihinde neoliberal dönemin yıldızlarından Japonya’da meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketi ise coğrafi, politik ve kültürel açıdan büyük farklar olsa da “iktidar” aklının aynı olduğu gerçeğini yüzümüze çarpar.
Her şeyden önce uluslararası standartlara göre nükleer santralden 30 kilometre yarıçaplı alanın boşaltılması şartının tam olarak yerine getirilmediği, bunun 20 kilometre yarıçaplı alanla sınırlı tutulduğu görülür.
Hatta Japonya’da hükümet bir adım daha atarak uluslararası standarda göre sınır doz tayin edilen yıllık 1 milisievert dozu Fukuşima eyaleti için 20 katına çıkartır.
Yani Japonya’da radyasyon sınır dozunun yükseltilmesiyla amaçlanan “sınır doz dahilinde” kalındığını söyleyerek insanları kandırmaktadır. Buna göre yurttaşlar bölgenin güvenli olduğunu düşünecek ve evlerini terk etmeyecek ya da terk etmişlerse geri dönmek suretiyle devletten tazminat talep etmeyeceklerdir.
Yukarıdaki vaka insanların radyoaktif bölgede kalmalarına ve radyasyona maruz kalarak yaşamaya itilmelerine neden olan şartların nasıl hazırlandığına dair yeterince fikir verir.
Lakin 1 yıl içinde bireyin maruz kalabileceği sınır doz 20 miliseverte kadardır ki bu doz 2 rem ‘e yani 2 göğüs röntgenine denktir. Öte yandan radyoaktivite hemen yıldan yıla değişen uçup gitmez, kümülatif değerlendirilmelidir.
Nitekim deprem, tsunami ve nükleer felaket sonrası evlerini anılarını yitirenler, evlerine dönebilme ihtimalleri gerçekleşirse bir daha ayrılmak ister mi?
Dolayısıyla kasabasına geri dönerek orada en az 10 yıl yaşadığı farz edilirse maruz kalacağı doz 20göğüs röntgenine tekabül ederek 200 milisievert civarında olacaktır ki bu doz ise işçiler için tayin edilen 5 yılda 100 milisevert doz sınırının üstüdür ve uzmanlar tarafından kırmızı alarm kabul edilir.
Basit bir mantık yürütelim, eğer işçiler 5 yılın sonunda 100 milisievert dozu aldıkları tespit edilirse işten ayrılıyorsa, yıllık 20 milisieverte maruz kalarak evlerine dönmüş olanlar doz aşımına uğramayacak mıdır?
Bu gerçeğe rağmen Fukuşima’da yıllık 20 milisievert sınır dozu olan yerlerde devlet eliyle ilk ve orta dereceli okullar açılmakta, deprem ve tsunamiden yıkılmışsa yeniden inşa edilmektedir.
Kısacası ebeveynler bölgenin çocukların okula dönebileceği kadar güvenli olduğu yönünde ikna edilmeye çalışılmaktadır.
Oysa radyasyon sınır dozlarının yetişkin beyaz erkeğe göre hesaplandığı gerçeğinin ışığında çocukların ve kadınların radyoaktif mağduriyeti daha ağır yaşayacaklarını söylemek yanlış olmaz ki bu konuyu önceki bir yazımda değerlendirmiştim.
Nükleerde yabancı emek sömürüsü
Fukuşima’da devlet aklının öne çıktığı diğer bir konu ise radyoaktif temizlik alanında.
Zira 19 Nisan 2019 tarihinde 15 ayrı sektörde istihdam sağlamak amacıyla yabancı işçilerin istihdam edilebilmesinin önünü açan “yeni vize programı”adı altında yasa değişikliği yapıldı. Pek tabi ki bu 15 sektöre nükleer santrallerdeki temizlik ve tasfiye işleri dahil!
Nükleer santral ve çevresindeki radyoaktif temizlik işleriyle yeni başlayan reaktörden yakıt çubuklarının çıkarılmasını ilgilendiren prosesler için de maruz kalınması kabul edilen sınır doz yılda 50 milisievert ya da 5 yılda toplam 100 milisieverttir.
Anlaşılıyor ki, Fukuşima Nükleer Santrali’nin işletmecisi olan TEPCO mümkün olduğunca fazla işçi istihdam etmesi gerektiğinden yurt içinde tedarik etmekte zorlandığı emek gücü ihtiyacını yabancı işçi istihdam ederek kapatmaya çalışacak.
Fakat bu noktada uzmanlar iki önemli soruna dikkat çekiyor:
Bunlardan biri yabancı işçilerin işyerindeki temel güvenlik şartlarına uyabilmesi için iletişim kurabilecek kadar Japonca bilmesi şartı.
Aksi halde iletişim hataları büyük kazalara yok açabilir ya da Japonca uyarı levhalarını anlamayan işçi yüksek radyoaktiviteye maruz kalabilir.
Diğeri de işçilerin yıllık 50 milisievert, 5 yıl için de 100 milisieverti aşmış olarak ülkelerine dönmeleri halinde hak arayış ve tazminat talebi süreçlerinde zorluklarla karşılaşacak olmaları ve ülkelerinden dava açmalarının mümkün olup olmayacağı.
Yukarıda değindiğim her bir konuda görüldüğü gibi nükleer santrallerle ilgili süreçlerin ortak özelliği belirsizliktir. Bu belirsizlikler nedeniyledir ki doğru bilgi paylaşmak suretiyle nükleerin yaygınlaşması mümkün değildir. Biraz da bu nedenle Türkiye’deki Çernobil anıları dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ” Biraz radyasyon kemiklere iyi gelir” sözüyle bütünleşmiştir.
Fakat yetkililerin, devlet büyüklerinin halkını, yurttaşlarını yanıltması yaşamları söndürebilmektedir bu nedenle maalesef felaketi felaketler sarmalı haline getirecek potansiyel devlet aklında gizlidir.
Pınar Demircan/Yeşil Gazete
(Bu yazı bianet.org’da da yayımlanmıştır)

Sinoplular Çernobil felaketinin 33. yılında bir ağızdan seslendi: Nükleere hayır!

Çernobil nükleer felaketinin 33. yılında İstanbul, Mersin, Sinop ve Kıbrıs’ta çevreciler ve nükleer karşıtları bir araya geldi. Kurbanları anan kalabalıkların sloganı ortaktı: Nükleer santral istemiyoruz
Nükleer santraller hakkında dünya kamuoyunun farkındalığını yükselten  Çernobil Nükleer Felaketi, 33.yılında  İstanbul, Mersin ve Kıbrıs’ta iki milletli toplum tarafından gerçekleştirilen eylemlerle anıldı. Sinop’ta da Sinop Nükleer Karşıtı Platform(NKP) alanlardaydı. Çevrecilerin yoğun ilgi ve katılımıyla gerçekleştirilen miting, sabah 11:00’da başladı. Belediye Kamyon Garajı önünde çeşitli illerden gelen çevre örgütleri tarafından oluşturulan kortej pankart, döviz ve sloganlar eşliğinde Sinop İskele Meydanı’nda hazırlanan miting alanına gelindi.
Fotoğraf: Sinop NKP
Kamu Emekçileri Sendikası(KESK),TEMA, Nükleer Karşıtı Platform İstanbul Bileşenleri, Yeşil Gerze Platformu(YEGEP), TEMA, Kuzey Kültür Derneği, Ayancık Çevre Koruma Derneği, Karadeniz İsyandadır, Yeşil Gerze Dağcılık ve Doğa Kulübü (GEDAK), Devrimci İşçi Sendikaları(DİSK)’in pankartlarla katıldığı mitingde bin kişi hep bir ağızdan “Nükleere hayır” dedi. Çevre illerden otobüsle gelenlerin katılımı düşük olduğu için toplam sayı önceki yıllara göre düşükse de bu kez Sinop içinden yoğun katılım olduğu gözlendi. “AKP elini Sinop’tan çek ; Sinop nükleer santral istemiyor, nükleere inat yaşasın hayat ” sloganları atılırken, “Aşk olsun sana çocuk” şarkısı büyük beğeni topladı.
Karataş: Sinop, nükleer santral istemiyor
Sunumu NKP miting komitesinden Mine Batur  tarafından gerçekleştirilen miting konuşmaları Sinop NKP Dönem Sözcüsü Zeki Karataş’ın açılış konuşmasıyla başladı. Çernobil’den Fukuşima’ya, Üç Mil Adası’ndan İstanbul İkitelli kazası ve diğer elim nükleer olaylardaki kayıpları anan  Karataş, nükleer santral konusunda siyasi yöneticilerin ısrarına ve Nükleer Düzenleme Kurulu’nun son dönemde görev ve yetkilerinde yapılan değişikliklere dikkat çekti. Ayrıca Sinop İnceburun Yarımadası’nı ilgilendiren 15 Ocak tarihli yüz binlik çevre planında atık alanlarının işaretlenmesini kabul edilemez bulduklarını, dilekçe vererek atık alanı tahsisinin söz konusu olma ihtimaline karşı SNKP adına itirazlarını iletmiş olduklarını paylaştı. Karataş, yetkililere “Nükleer Sizin olsun Sinop bizimdir. Sinop nükleer santral istemiyor” mesajını gönderdi.
Fotoğraf: Sinop NKP
Ayhan: Olası kaza, nüfus cüzdanı seçmez
31 Mart 2019 yerel seçiminde Sinop Merkez Belediye Başkanı seçilen Barış Ayhan ise miting alanındakileri “Bir belediye başkanının en asli görevi, o kentte yaşayan insanların, mutluluğu, huzuru ve refahıdır. O kentte yaşayan insanların, sağlıklı bir çevrede yaşamlarını sürdürebilmeleri ve bu sağlıklı çevreyi bozulmadan gelecek nesillere aktarmaktır. Bu anlamda, Sinop gibi nükleer santral tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir kentin belediye başkanının, bu mücadeleye omuz vermemesi mümkün değildir” sözleriyle karşıladı ve bugüne dek verdikleri mücadeleye aynen devam edeceklerini söyledi. Ayhan şöyle devam etti:
“Geçtiğimiz yıl Ukrayna’daydım, Çernobil’deydim. Bölgede yaşanan vahşeti kendi gözlerimle gördüm. O vahşeti görmeden önce birçok kitapta okumuştum. Ama maalesef orada gördüklerime hiçbir edebiyatçının kaleminin yeterli kalmadığına şahit oldum. O vahşeti gördüğümde, aslında okuduklarımın gördüklerimin çok küçük bir kısmı olduğunu anladım. Unutmayın, nükleer santraller patladığında ölecek insanlar, nüfus cüzdanlarına bakılarak seçilmeyecek. Son siyasi seçimlerde hangi partiye oy vermiş olduğuna da bakılmayacak. Çevremizdeki katliamla birlikte hep beraber vahşi bir şekilde öleceğiz. Biz burada bu mücadeleyi verirken sadece kendi çocuklarımız için değil, sizin çocuklarınız için de bu mücadeleyi veriyoruz”.
Geçen sene Belediye Başkanı Ayhan ile beraber Çernobil gezisine katılan CHP Belediye Meclis üyesi Aydın Hakan Sönmez de gözlemlerini paylaşarak en çok Pripyat kasabasına gittiklerinde gördükleri çocuk parkından etkilendiğini anlattı. Lise öğrencilerinin katkılarıyla yer verdiği Çernobil’den Sesler tiyatro oyunu ise Çernobil’de yaşanmış olayların, gerçek hikayelerin gönül gözüyle görülmesini sağladı.
Sinop CHP Milletvekili Barış Karadeniz de Belediye Başkanı Ayhan’ı destekleyerek miting alanındakileri nükleer santral kurulmasına asla müsaade etmeyeceklerini vurguladı.
Gezen: Doğayla başka bir ilişki mümkün
Konuşmacılardan KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen de sözlerine “Doğasına, ormanına , deresine yaylasına sahip çıkan yağmacıların talanı gerçekleştirenlerin karşısına geçip biz halkız diye dikilenler hepinize KESK adına bir kez daha merhaba diyorum, selam olsun bu mücadeleyi yükseltenlere” diyerek başladı. Gezen, doğayı tüm ögeleriyle metalaştıran satın alınan bir şeye dönüştüren kapitalist sistemi eleştirerek “Bu sistemde ülkeyi yönetmeye çalışanlar da bizim doğamızı toprağımızı elimizden alarak sermayedarların peşkeşine açarak yaşamın her alanını zehir edip yaşamı yok eden nükleeri dayatmaya çalışıyor. Bizler bu mücadelenin bir parçasıyız. Doğayla başka bir ilişki mümkün” dedi. Demokratik laik bir ülkede barışın geleceğini ve bu barışın sadece etnik köken ve milletlerle sağlanan bir barış olmadığını kaydeden Gezen, bunun doğayla da barış anlamına geldiğini söyledi.
Demircan: Nükleer santral iklime de zarar
Mitinge katılarak konuşma yapan bir diğer isim de gazetemizin nükleer içerikler editörü Pınar Demircan oldu. Sözlerine İstanbul’daki nükleer karşıtlarından ve İstanbul Nükleer Karşıtı Platform’dan selam getirdiğini söyleyerek başlayan Demircan, Çernobil’den Fukuşima’ dan öğrenilenlerle nükleer santrallere hayır demeyi gerektiren yüzlerce neden olduğunu ancak gelecekteki belirsizlik şartlarının düşünülmesi gerektiğini söyledi. Nükleer santrallerin niteliği gereği iklim değişikliği koşulları açısından  uygun bir teknoloji olarak tanıtılmasına rağmen bunun doğru olmadığını söyleyen Demircan, karbon salmayan teknoloji şeklinde lanse edilen nükleer santrallerin gerek inşaat gerek uranyum madeninin çıkarılması gerekse atıkların istiflenmesi için toplumsal ve ekolojik bir çok maliyetin yanı sıra karbon salan başka bir çok faaliyeti olduğunu ifade etti. Demircan, iklim değişikliği şartlarının da nükleer santrallerin operasyon koşullarını daha  tehditkar duruma getireceğini, iklimin de nükleer santralin dostu olmadığını kaydetti; fırtına, sel ve hava olaylarının radyasyonu oradan oraya taşıdığına değindi. Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santralin maliyetinin 700 milyar dolara varması nedeniyle maliyet artışı yapılarak nükleer santral kurulum fiyatının iki katına çıktığına fakat hala projenin akıbetine dair halka açıklama yapılmadığına da değinen Demircan,  şunları söyledi: “Ya yükselen maliyet gelecekte elektrik faturalarımıza yansıtılacak, ya başka bir ülkenin nükleer santral projesine dönüşecek ya da Japonlar için nükleer santral yerine bir termik santral kurulacak”. Soma maden kazasının sorumlusu maden İşletmecisinin serbest bırakılmasını, Adapazarı Pamukova, Eskişehir ve Çorlu tren kazalarını hatırlatan Demircan, yetkililerin istifa değil istifade ettiğini, Sinop’u nükleer santral projesinden kurtaracak olanın ise çevrecilerin direnişi olacağını belirtti.
Sinop NKP’nin Belediye Meclis salonunda Çernobil’den Fukuşima’ya başlığıyla düzenlediği panel kapsamında, ödüllü Sinoplu karikatürist Seyit Saatçi’nin işlerinin de yer aldığı Homur sanatçılarının eserlerinin sergilendiği “Nükleersiz yaşam için karikatür sergisi” açıldı.
Sinop NKP’nin Belediye Meclis salonunda Çernobil’den Fukuşima’ya başlığıyla düzenlediği panel kapsamında, ödüllü Sinoplu karikatürist Seyit Saatçi’nin işlerinin de yer aldığı Homur sanatçılarının eserlerinin sergilendiği “Nükleersiz yaşam için karikatür sergisi” açıldı.
İstanbul EMO’dan Gazi İpek ile Şehir Plancıları Odası ‘ndan Orhan Sarıaltun’un konuşmacı olduğu, moderatörlüğünü Prof. Dr.  Aziz Konukman’ın gerçekleştirdiği, Çernobil’den Fukuşima’ya Sinop Nükleer Güç Santralleri Paneli’ne de katılan Pınar Demircan etkinliği konuların çok boyutlu şekilde ve ilgiyle tartışılmasının Sinop’taki nükleer karşıtı farkındalığın yükseldiğini gösterdiğini, Sinop’luların bu proje dayatması karşısında çözümsüzlük içinde bırakılmaktan rahatsız olduklarını aktardı. Sinop’ta nükleer santral kurulmasının gündeme geldiği 2000’li yıllardan bugüne dek Sinop’a doğru düzgün yatırım yapılmamış olmasını, iş imkanı yaratılmamış oluşunu insanları nükleer santrale mecbur bırakılmaları için planlandığını söyleyen Demircan, “bu durum Sinopluları incitiyor” dedi. Demircan, özellikle son dönemde Sinop İnceburun yarımadasında atık alanları yaratıldığı yönünde bir eğilimin olmasını bölge halkının hayal kırıklığıyla karşıladığına dikkat çekti; Sinop’ta ne nükleer santralin ne atıkların istendiğinin altını çizdi.
Fotoğraf: Sinop NKP
Çernobil anmaları vesilesiyle yapılacak diğer nükleer karşıtı etkinlikler, Samsun Kuzey Kültür Derneği tarafından 4 Mayıs Cumartesi günü,  Ayancık Çevre Derneği’nce de 6 Mayıs Pazartesi günü yapılacak. Pınar Demircan bu etkinliklerde Fukuşima’nın toplumsal ve ekolojik boyutlarını anlatarak nükleer santrallerin riskleriyle Türkiye’deki projeleri  gelecekteki belirsizlikler bağlamında değerlendirecek.

Nükleere Küresel Sigorta Neyi Örtüyor?

Yerel seçim henüz tamamlanmış, İstanbul için sayımın bitemediği günlerde “babaakım” medyada bir haber dikkatleri çekti : “Nükleere küresel sigorta!”
Seçim sürecindeki belirsizlik, siyasi iktidarın büyük ve güçlü ülke ambalajına sarmaladığı merkeziyetçi kalkınma idealinin hatırlatılması için uygun bir zamandı. Artık yurttaşın nükleer felaketin zararlarından korkmasına gerek yoktu… Nükleer zararı tazmin edebilecek bir hükümet vardı ve desteklenmeliyd(!) Nitekim nükleer sigorta işine soyunan şirketinin yetkilisi haberde şöyle diyordu: “Fransa’daki, Rusya’daki ve Türkiye’deki santraller birbirine bağlı. Birinde oluşacak zarar, havuzdan temin edilerek karşılanıyor. Devletin yükünü paylaşacak sistemler üzerinde çalışılıyor”…
Haberin mesnetsizliğini anlamak için uzak, fakat internet sayesinde yakınlaşan doğudaki canlı Fukuşima örneğine bakmak yeterli. Üstelik soğanın kilosu 10TL’yi bulurken muştulanan bu sigorta haberi aslında son günlerde dünya kamuoyunun fotoğrafını konuştuğu karadelikten bile derin, dipsiz bir kuyudan farksız… Adeta “ak bir kuyu”…
Bu yazıda nükleere küresel sigorta haberini iki açıdan ele alacağım. Bunlardan biri küresel sigorta kapsamında yüklenicinin sorumluluklarına, diğeri ise sigortanın bir nükleer felaket için ne kadar kapsayıcı olabileceğine bakmayı amaçlayacak.
Nükleer endüstriye dair genel fakat tarafsız olduğunu söyleyemeyeceğim Dünya Nükleer Birliği (World Nuclear Association) internet sitesinde dahi belirtildiği üzere nükleer santrallerin işletmecileri, nükleer santrallerin işletim süreçlerinde oluşan zarar kendi hatalarından kaynaklansın ya da kaynaklanmasın tazmin etmek zorundadır. Açıklama şöyle devam eder: “Eğer bir nükleer santralde kaza meydana geldiyse Ulusal hukuk uygulanırken uluslararası sözleşmeler de dikkate alınır ve yükümlülükler de Uluslararası düzeydedir. Ancak sorumluluklar uluslar arası sözleşmelere ve ulusal hukuka göre sınırlandırılabilir. İlaveten devlet sorumluluğu tüm diğer endüstriyel toplumlarda olduğu gibi kendisi üstlenebilir.”
Bu bağlamda yalnızca ikisi kağıt üzerinde üç nükleer santral projesi olan Türkiye, 2016 yılının Kasım ayından itibaren Türkçesi Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği örgütü olan The Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD) küresel örgütünün bünyesindeki Nükleer Enerji Ajansı çatısı altında bir sigorta sistemine dahil bulunmaktadır. Nükleer santrali olan ya da uluslararası sözleşmelerden en az birinin meclis onayından geçtiği ülkelerin dahil olabileceği bu sistem, nükleer tehlikelerin tazminini sağlamak üzere işletmecinin yükümlülüğüne göre tazminat tutarlarını gösterir. 2019 yılının Şubat ayında güncellenen verilere göre Türkiye’de ilgili yüklenicinin nükleer operasyonlarla ilgili olarak 18, 5 Milyon Avro tutarındaki ihtiyacı karşılanabilecek. Bu miktar ne olursa olsun amaç, yüklenicinin zararını tazmin etmektir. Şüphesiz zararın tazminini mümkün kılacak sigorta primleri ki rakamsal olarak belirtilmemiştir, tazmin edilecek meblağ oranında artacaktır.
Sorular da tam burada başlıyor. Zira iki araştırma reaktörü olan, ilaveten Mersin, Sinop ve İğneada’da nükleer santral kurmayı planlayan Türkiye için yükleniciler açısından bazı özel durumlar bulunuyor.Her şeyden önce, Türkiye’ye ait araştırma reaktörleri haricinde yabancı devletlerle anlaşma yapılmak suretiyle kurulmak istenen nükleer santrallerin yüklenicileri de bu yabancı ülkelerdendir. Türkiye dünya genelinde “yap-sahip ol- işlet” tipindeki bir anlaşmayı ilk kez yapan bir ülke olarak bu sigorta sistemine katılmakla aslında yabancı bir şirketin yükümlülüklerini üstlenen pozisyonda değil midir?
Değerlendirmeye kurulum süreci en fazla ilerlemiş olan Akkuyu Nükleer Güç santrali (NGS) üzerinden devam edersek; onaylanan ve mahkeme süreçlerinde iptali reddedilen Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) belgesindeki ibareden projenin yatırım ve işletim dönemlerini kapsayan risklerin sigortalanmasının sorumluluğunun Proje Şirketi’ne ait olduğu anlaşılıyor. Alıntıyalım şöyle deniyor: “İşleten, sorumluluğu teminat altına almak için, Nükleer Sözleşmenin yedinci maddesinde gösterilen miktarda ve yetkili resmi makamın belirleyeceği şekil ve hükümler çerçevesinde sigorta veya diğer mail garantiler bulundurmak zorundadır”ibaresinden anlaşılmaktadır. Bu durumda Türkiye Hükümeti Akkuyu NGS üzerinde %51 den az hissesi olmayacak Rus devletine ait Rosatom şirketinin sigorta yükümlülüğünü üstlenmiyor mudur? Bu konuda Akkuyu NGS ile Rosatom arasında özel bir kontratın yapılması gerekmez mi? Aksi halde Neoliberal dönemde hükümetlerin ulusal şirketlerin çıkarlarını koruduğu fikrine tam alışmışken bir de Türkiye Hükümeti’nin açıkça yabancı bir şirketin sorumluluklarını üstlenmesine alışmak zorunda bırakılacağız!
Küresel sigortanın, nükleer zararlarının ne kadarını karşılayabileceği kısmına gelirsek… Öncelikle meseleye nükleer santrallerde meydana gelen kazaların etkisinin uzun, tahripkar ve hesaplanmasının zor olduğu önkabulüyle yaklaşmak gerekmiyor. Zira yine Dünya Nükleer Birliği tarafından dahi ifade edildiği üzere nükleer santralin operasyon süreçleriyle bağlantısı olan zarar, yıllar sonra ortaya çıkabiliyor ve sorunun kaynağı ile bağlantının kurulmasının güç. Kaldı ki zararın kaynağıyla bağlantısının ispatlanması da zaman alabilir. Örneğin Birleşik Krallık yasalarına göre nükleer santral zararının tazmin edilmesi için tazminata konu olan vakanın zarara neden olmuş olabilecek olaydan 10 yıl sonra ortaya çıkabileceği ve 30 yıl içinde yapılacak şikayetlerin kabulü öngörülüyor.
Diğer taraftan nükleer santrallerin işletim süreçlerinde meydana gelecek zararın tazminine sigortanın gücünün ne kadar yeteceği de çokça tartışmalıdır. Bu konuda Fukuşima’da sekiz yıldır devam eden daha da devam edecek olan nükleer felaket kapsamındaki zararlarının nasıl tazmin edildiğine bakmak yeterlidir. Zira kazanın meydana gelmesinden bir yıl sonra Japonya’da nükleer santralin operasyonundan sorumlu olan yüklenici Tokyo Elektrik Şirketi’nin (TEPCO) tazmin etmesi gereken miktar 100 milyar ABD Dolarıyken; TEPCO’nun zararının tazminatına yönelik olarak kontratın yenilenmeyeceği bildirildi. Bugün 700 milyar ABD Dolarına ulaştığı değerlendirilen Fukuşima nükleer felaketine ait çevresel maliyetlerin sigorta kapsamına sıkıştırılamayacak kadar yüksek olduğu ve esas yükün nükleer santralin işletmecisi olan şirketlerde değil hükümetlerin dolayısıyla yurttaşın vergi verebilme gücünde olduğu aşikardır.
Sonuç olarak denebilir ki Nükleere küresel sigorta ambalajıyla ortaya çıkanlar, nükleer enerjiyi temiz, güvenli ve ucuz olarak tanıtanlardan başkası değildir! 
Bu yazı bianette‘te de yayımlanmıştır .
Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)

[COP 28] Nükleer enerjinin COP kararına girmesinin arka planı

  Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen  COP  toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...