8 Haziran 2014 Pazar

Fukushima tanıklıkları; “Radyasyon şehrinizi ele geçirirse”

11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın Fukushima şehrini, özellikle Futaba kentini vuran deprem ve tsunaminin sebep olduğu nükleer kazanın üzerinden 3 yıl geçmiş bulunuyor. Buna rağmen Fukushima sakinlerinin hayatı eski haline dönemiyor, yüksek dozdaki radyasyon şehrin yeni ev sahibi, hemen herkes sağlıklarını kaybetmemek için  şehrinden kilometrelerce uzakta, alışık olmadığı bir hayatı yaşamak zorunda… İnsanlar hala nükleer kazayı konuşuyor, yazıyor hatta çiziyor.
Japonya genelinde, yayın hayatına başladığı 1980’lerden beri beğeniyle takip edilen, günümüzde de oldukça popüler Oishinbo adlı manga (çizgi roman) da konuyu ele alanlardan. Manganın yaratıcısı Tetsu Kariya nihayetinde Fukushima mağdurlarının yüzü oldu, manga karakterleri  üzerinden Fukushima nükleer kazasının etkileri  işleniyor.
9 manga

Fukushima Sonrası Burun Deliklerinde Kanama Vakaları
Çizgi romanın yaratıcısı Tetsuya Kariya, Fukushima’ nın Futaba kentinin Eski Belediye Başkanı Katsutaka Idogawa’ nın görüşlerine başvurarak, çizgi romanı için bilgi aldı. Çünkü Idogawa San, felaketin akabinde, nükleer facia mağdurlarının Futaba’dan Saitama’ya tahliye edilmesi için sorumluluk alarak gönüllü çalıştı, nükleer kaza mağdurlarının radyasyondan en az oranda etkilenmesi için çabaladı. Tetsu Kariya,  Idogawa San’ dan edindiği bilgilerle, hemen tahliye edilemeyip, onu izleyen süreçte de  Fukushima  bölgesinde bulunmuş olanlarda  artık sık rastlanan ani burun kanama vakalarını çizgi romanına yansıttı.  Burun kanamaları son zamanlarda Japonya’da çok gündemde,bir politikacı, iş adamı konuşmasının ortasında oluk oluk kan içinde kalabiliyor hatta hayat kalitesi bozulduğu için kanama olmasın diye burun deliklerini laserle yaktıranların olduğu bilgisi sosyal medyada dolaşıyor.
Tetsu Kariya,  Idogawa San’ dan edindiği bilgilerle, hemen tahliye edilemeyip, onu izleyen süreçte de  Fukushima  bölgesinde bulunmuş olanlarda  artık sık rastlanan ani burun kanama vakalarını çizgi romanına yansıttı
Tetsu Kariya, Idogawa San’ dan edindiği bilgilerle, hemen tahliye edilemeyip, onu izleyen süreçte de Fukushima bölgesinde bulunmuş olanlarda artık sık rastlanan ani burun kanama vakalarını çizgi romanına yansıttı
Nükleer kaza sonrası tahliye edilenlerin yaşamını anlatmaya çalışan bir başkası da kazanın değiştirdiği yaşamları kameraya çeken ve Oishinbo’nun gündemine katkıda bulunan Satomi Horikiri. Horikiri San kazadan birkaç yıl önce bir kamera satın alarak kamera kullanmayı öğrendi, kaza meydana geldikten sonra kendi mahallesindeki terkedilmiş bir okula yerleşen kaza mağdurlarına aşçılık yaparak onların acı hikayelerini dinledi . Nükleer kaza mağdurlarının değişen yaşamlarını anlatan uzun metrajlı belgeselinin adı “Nükleer Kasabadan Sürülenler – Futaba’ dan nükleer kaza sebebiyle göç etmek zorunda kalanların yaşamı…”.
Nuclear Hot Seat adındaki bir dergi Idogawa San ve Horikiri San ile geçtiğimiz Mart ayında gerçekleştirdiği söyleşide onların nükleer kazaya dair yorumlarını aldı. Idogawa San, kazadan sonra YouTubeda nükleer karşıtı görüşlerini ifade etmişti. Aşağıda detaylarını  okuyacağınız, Japon Hükümetinin başka ülkelere nükleer santral teknolojisini ihraç etmesine atıf yaptığı bu konuşması hayli ilgi çekici…
Her ikisinin de  kendi seslerinden bu linkten dinleyebileceğiniz yorumlarının Türkçe çevirisini aynen aktarıyorum (Linkte iki ses kaydı var. İngilizce ve Japonca. Idogawa San ve Horikiri San’ın Japonca yorumları alttaki kayıtta)
Katsutaka Idogawa; “Dünyadaki her birey, sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürebileceği yaşam alanlarını hak eder
Fukushima Felaketi’nin üstünden 3 yıl geçti. Fakat kazanın hazin sonuçlarını biz hala yaşıyoruz, 30 sene geçse de yaşayacağız… Büyük pişmanlık içindeyiz. Neyin pişmanlığı mı? Zamanında Tepco (Tokyo Elektrik) ve devlet yetkililerine, Belediye Başkanı olarak görev yaptığım dönemde, “Nükleer santralde  kaza ihtimali var mı?” diye defalarca sormuştum.. “Hayır, yok.” demişlerdi. Her seferinde, “Sorun olmayacak, bir problem yaşamayacaksınız.” demekten geri durmadılar. Fakat üç yıl önce gördük ki; nükleer santral tsunamide yıkıldı. Demek ki nükleer santral yıkılabiliyormuş. Yalanlar üzerine tesis edilerek çalıştırılan bu nükleer santrallerin güvenli olmadığı, bizim yaşadığımız felaketle artık  ispatlanmıştır.
Nükleer kaza bizim yaşamımızı mahvetti. Tepco Elektrik şirketi, tüm bir kentin yaşadığı felaketin sorumlusudur.  Tarihte başka nükleer kazalar da oldu fakat,  Japonya’ da meydana gelen kazada durum farklı. On binlerce insan evlerini terk etti, kilometrelerce öteye taşınmak zorunda kaldı. Japon Hükümeti de sorumlu, bizim geleceğimizi mahvettiler. Çok fazla sayıda insan acılar içerisinde. Böylesine acı deneyimler edinmemize sebep olan Başbakan Abe şimdi de, yetersiz, güvenli olmayan ve emniyet şartlarından yoksun bu nükleer teknolojiyi başka ülkelere satma çabası içerisinde ve bunu gerçekleştirmek için bu ülkelerin yetkilileriyle görüşmeler yapıyor. Bizim başbakanımız, henüz kendi ülkesinde felakete yol açan kazanın sebepleri ve sonuçları açık açık ortaya konamamışken, kazanın  analizi yapılamamışken, nasıl olur da başka ülkelere bu teknolojiyi ihraç eder? Ben tüm Japon milleti  adına utanç duyuyorum.Japon ürünleri  dünya çapında her zaman yüksek kalitesiyle alıcılarına güven vermiştir. Gelişimini tamamlamamış bir ürünün pazarlanması gibi bir sorumsuzluk örneğine Japonya tarihinde rastlanmamıştır.
10 oishinbo_002
Fukushima nükleer kazasının sonucu olarak,  okyanusta radyoaktif kirlilik başladı ve üç yıl geçmesine rağmen bu kirlilik her gün artarak devam ediyor… Buna rağmen Başbakan Abe, yine uluslararası arenada, kirliliğin durdurulduğu, bloke edildiği gibi yalanlar söylemektedir. Başbakan Abe’ nin bu tavrı yüzünden utanç duyuyorum.
Bizler eski günlerimize dönemeyiz. Çevrenin bir elektrik şirketince kirletilmesi çok üzücü bir olaydır ama daha üzücü olan, bu durumu düzeltecek ne bir politikacının ne de bir uzmanın çıkmasıdır. Bu felaketin sonuçlarının üstesinden gelmek uzmanlarla bile mümkün değildir.
Siz, dünyanın diğer ülkelerinin insanları, lütfen durup bizim halimize bir bakın. Bakın ki; bizler nasıl bir yaşama mahkum edildik, görün! Bir suçumuz olmamasına rağmen, ne cefalar çekiyoruz! Hayallerimiz yıkıldı! Çocuklarımızın geleceği mahvoldu!
Bizim elimizden gelen tek şey ise kayıt tutmak ve bu yaşadıklarımızın dünyanın hiçbir yerinde tekrar yaşanmaması için sizlere aktarmak. Bu bizim görevimiz.
Dünyadaki her birey, sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürebileceği yaşam alanlarını hak eder. Herkes çocuklarının geleceğe dair hayal kurabileceği bir hayatı yaşaması için sesini çıkarmalıdır; haykırmalıdır!
Bizler kendi ebeveynlerimizden güzel ve temiz bir şehri miras aldık. Fakat, ne acı ki, aynı temiz ve güzel şehri, kendi çocuklarımızın sağlıklı yaşayabileceği bir ortam olarak, onlara bırakamadık.                   
Böyle bir acı, dünyanın hiçbir yerinde yaşanmasın!
Lütfen,  dünyada sağlıklı nesillerin olması için ses çıkarın!”      
Şimdi de, nükleer santral kazasının yaşandığı Fukushima Futaba kentinden tahliye edilen nükleer kaza mağdurlarının hazin öykülerini, değişen yaşam koşullarını kameraya alarak “Nükleer Kasabadan Sürülenler – Futaba’ dan nükleer kaza sebebiyle göç etmek zorunda kalanların yaşamı…”adlı belgeseli ortaya koyan  Satomi Horikiri’ nin anlattıklarına kulak verelim…
Satomi Horikiri; “Nükleer Kasabadan Sürülenler – Futaba’ dan nükleer kaza sebebiyle göç etmek zorunda kalanların yaşamı…”
“Fukushima Nükleer Santral kazasından sonra, benim yaşadığım şehre, Fukushima’ nın Futaba kentinden tahliye edilenler oldu. Onların sığındıkları okulda gönüllü aşçı olarak çalıştım ve acılarını, üzüntülerini dinledim.
11 oishinbo_005...
Fukushima’ da bir nükleer santral kazası olduğunu duyduğumda “Bu bir son!” diyecek kadar şok içerisindeydim. Fakat en çok endişe duyduğum, nükleer santral bölgesinde yaşayanların ne durumda olduğu, onların hangi koşullarda yaşamak zorunda kalacaklarıydı. Bu sebeple, tam da benim yaşadığım Saitama şehrinin Kazo semtindeki terk edilmiş liseye, kaza mağdurlarının gelip sığındığını duyunca o okulda gönüllü aşçı olarak çalışmak istedim. Kazaya dair acı tecrübelerini, eski ve terkedilmiş bir okul binasında yaşadıkları komün hayatının zorluklarını dinlediğim bir yılın sonunda,  onların yaşadıklarını belgesel film yoluyla tüm dünyaya anlatma düşüncesi zihnimde belirginleşti. Aslında bunu daha çok onlar istediler, yaşadıklarının unutulmasını istemiyorlardı.
Fukushima’ nın  Futaba kentinden gelen nükleer mültecilerin sayısı 1.400 kişi, bu sayı tüm Futaba nüfusunun beşte birine karşılık geliyor. Futaba kent  sakinleri neden yaşadıkları yerden 300 km uzağa gelip sığındı derseniz, bunun tek sebebi Tepco (Tokyo Elektrik)’in, devletin, hükümet  yetkililerinin bu insanlara kaçıp sığınabilecekleri bir yer göstermemesi. Neyse ki o zamanki Belediye Başkanları  (Idogawa San), nükleer kaza ve kaza sonrası yayılan radyasyon konusuna duyarlı olduğu için kasabada yaşayanların sağlıklarını kaybetmemeleri adına uğraş vermiş ve onların Fukushima’ dan mümkün olduğunca uzağa kaçmalarını sağlamış. Ben de onun bu kararını çok doğru bularak hemen ardından kaza mağdurlarının yerleştiği  okulda gönüllü faaliyetlerime başladım.
Onlara yemek yapıyordum. Yaşadıkları bölgedeki işlerini de kaybetmiş bu insanlar, bir de terk edilmiş okula sığınarak komün hayatı yaşadıkları için özel hayatlarını da yitirmişti. Başlarda şehirlerine tekrar dönüp dönemeyeceklerini tartışıp duruyorlardı. Futaba kasabası sakinleri, kendilerine ait olan her şeyi şehirlerinde bırakmışlardı. Evlerini, okullarını, ailelerinin mezarlarını, sosyal yaşam alanlarını geride bırakmışlardı… Ve kendilerine ait olmayan, kendilerini de ait hissedemedikleri Saitama’ ya çıkıp gelmişlerdi. Yaşamak için bambaşka bir yere sığınmak zorunda kalmışlardı.
Gerçekten biraz düşününce, keşke yaşadıkları sadece bir deprem, tsunami olsaydı dedim… Çünkü öyle bir durumda doğal afet bittikten sonra evlerine dönebilir, yıkılmış, hasar görmüş yapıları tamir etmek  hatta yeniden inşa etmek suretiyle kentlerinde tekrar eski yaşamlarına kavuşabilirlerdi. Fakat nükleer kaza öyle bir şey ki, alıştığınız şehrinize, çocukluğunuzu, gençliğinizi, tüm hayatınızı geçirdiğiniz topraklara geri dönmenizi imkansız kılıyor. Sizi köklerinizden kopartıp çok uzaklarda yaşamaya mahkum ediyor.
Mesela Futaba kentini düşünelim… Evi depremde hasar görmüş birisi, tamir ederek o evde oturabilir mi? Göze görünmeyen radyasyon oraya tekrar dönmesi için en büyük engel… Radyasyonun ele geçirdiği şehrine dönmesi sağlığı açısından en büyük tehlike… Dolayısıyla Futaba’dan Saitama’ya sığınan insanlar da neyin nasıl düzeleceğini bilmiyorlar, düzeltebileceklerini hayal dahi edemiyorlar. İşlerini de kaybetmiş olan bu insanlar, aslında şehirlerine, mahallelerine dönerek kendilerini, evlerini, mahallelerini hatta şehirlerini  tekrar ayağa kaldırmaya adamak istiyorlar ama artık hepsinin yeni sahibi  radyasyon…    
Bu çok acı bir durum!
Başlangıçta kaza mağdurlarının arasında kentlerine, mahallelerine geri dönebileceklerini sananlar  vardı ama zamanla onlar da radyasyon oranı çok yüksek olduğu için oraya dönemeyeceklerini artık biliyor ve anlıyor. Herkes çaresizlik içerisindeyse de, başka seçenekleri olmadığı için şehirlerinden, geçmişlerinden vazgeçiyorlar…
İnanın, sadece yaşlılar değil, nükleer kaza mağdurlarının  hemen hepsi  aynı duygular içerisinde
Pınar Demircan

Pınar Demircan

5 Haziran 2014 Perşembe

Nükleer: Yeni bir sayfa(!)

2 Haziran 2014 Salı akşamı TRT Haber’de Nükleer konusunu irdeleyen bir belgesel olduğunu öğrenince saat tam 21:00’da ekran başındaydım . Programı izlediğim zaman devletimizin nükleer santral kurulması hususunda ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha anladım; zira belgesel adı altında servis edilen nükleer reklamından farksızdı ! Devlet kanalı olan TRT’de farklı çizgide bir programla karşılaşmayı beklemek hayalcilik olurdu zaten …Tarafsızlıktan uzak duruşuyla belgesel olarak niteleyemeyediğim programın hazırlayıcısı Serhat Akçabaşlangıçta nükleer meselesinde halkın nabzını tutmayı isteyen ,tarafsız, görevini yapma çabası içerisinde bir gazeteci görünümünde… İki söyleminden birinin içinde “kuşku” kelimesi geçiyor aynı zamanda çok mesafeli nükleere,” halka, protestolara kulak verelim bakalım” diyerek çıkıyor yola!
İlk ziyaret Mersin’e; nükleer santralin kurulacağı bölgeyi geziyor, halktan görüş alıyor. İş adamı Ali Amca’nın “nükleer projesine karşı olup olmamayı akademisyenler bilir” demesiyle izleyiciye alttan alta “başının üstünde duran gök, soluduğun hava üzerine hiçbir söz hakkın yok ” mesajı bir güzel veriliyor, Ali Amca’nın “Başka yer dururken nükleer santral neden Mersin’e kuruluyor?” sorusu da dikkatlerden kaçmıyor. Görüşü alınan bir turizmci ise ne gariptir ki nükleeri nasıl desteklediğini , nükleer teknolojinin turizme de zarar vermeyeceğini savunduktan sonra  araya “nükleer santral için başka yer seçilseydi bundan mutluluk duyardık” ı sıkıştırıveriyor . Gazetecimiz, Mersin Akkuyu’ya nükleer santral kurulması kararının alındığı ilk yıllarda Rusya’ya davet edilen kafileden biri doktor iki kişiyle de bir roportaj yapıyor, ne var ki herkes memnun …Akkuyu Belediye Başkanı Ümmet Büyük’ün de görüşü alınıyor elbette! (Ümmet Büyük’ü ben ilk defa Akkuyu Köylüsünün Nükleer Santrale karşı olan mücadelesini anlatan Akkuyu Belgeseli’nde tanıdım;kendisi başlarda Nükleer karşıtı mücadeleye destek vermiş sonradan nasıl olduysa nükleer taraftarı oluvermiş hatta bu programda Mersin halkının artık %90’ı nükleere taraftır diyecek kadar da ileri vardırmış işi … ) Programda nükleer karşıtı görüşler alınmazsa objektif imaj vermeyeceği kaygısıyla olsa gerek, Nükleer karşıtı Platform üyelerinden Dr Derman Boztok’un görüşü sorulmuş, o da nükleer atık mevzuuna değinmiş, bir de Mersin Sun TV Yöneticisi Ali Adalıoğlu nükleer santralin  muz ihracatını olumsuz etkileyeceğini belirtebilmiş ama hepsi o kadar 40 dakikalık program içerisinde sadece iki karşıt görüşe yer verilmiş; mamafih onların sesleri muzdaki radyasyonun, uçaktayken aldığımız radyasyonun daha fazla olduğunu savunan, üstüne de “radyasyon zararlı olsaydı maymunlar uzun yaşamazdı” diyebilen Ankara Üniversitesi Nükleer Bilim Enstitüsü Prof Dr Doğan Bor’un bilimsel(!) açıklamalarının yanında cılız kalmış.

Dağlardan deniz seviyesine inen ‘kuşku’

Gazetecimiz, yerel halkın görüşlerini aldıktan sonra NGS Akkuyu işletmesinde – bir çevirmeni mi desem yetkilisi mi bilemedim  onunla Rusya’ya gidiyor, amacı Akkuyu’ya kurulacak nükleer santralin benzerini çevresindeki hayat şartlarında müthiş bir değişiklik var mı diye bakmak, dozimetresiyle(namı diğer radyasyon ölçüm cihazıyla) ölçüm yapmak …Ziyaretinde ilk şaşkınlığı Novavoranej’de insanların maske takmaması ,koruyucu kıyafetler giymediğini görmesiyle yaşıyor. Bu şaşkınlığı hiç de inandırıcı değil. Bugün dünya genelinde 438 adet nükleer santral varken(55 adeti Japonya’da kapalı olarak bulunan) kaza ya da bir sızıntı yaşnmamışken insanların ne koruyucu kıyafet ne de maske takmadığı dünyaca bilinen bir gerçek . Dolayısıyla bu garip noktada gazetecimizin şaşkınlık yaşaması bana abartılı bir tepki olarak göründü. Gazetecimizin nükleere karşı endişe seviyesi bu programı yaparken edindiği bilgiler sayesinde dağlardan deniz seviyelerine çekilmiş ;öyle bir ikna olmuş …Netice itibariyle gazetecimiz Novavoranej’de ekolojistlerle , çocuklarla , sebze meyve yetiştirenlerlerle, nükleer santral çalışanlarıyla da görüşmeler yaptığını ihmal etmediğini ve dozimetresinin heryeri ölçtüğünü , ne kadar ölçüp baksa da dozimetresinin onu hep sevindirdiğini söylemeden geçmeyeyim . Kısacası Gazetecimiz dozimetresi elinde mutlu mesut , başlarda temkinli yaklaştığı nükleerin dostu olmuş şekilde hayatının kalan kısmına “ölçtüm baktım radyasyon yok!” bir de ”halk nükleere karşı çıkıyorsa bu durum onların bilgisizliğinden” diyerek devam edecek görünüyor.
Gelin bir de sayın sazetecimiz programında yer verseydi Nükleer fizikçi Prof.Dr. Hayrettin Kılıç Hocamız’ ın diyeceklerine bakalım:
“Son yıllarda Rusya nükleer endüstrisinin reklam gösterisi olan ve Voronezh şehrinden 40 kilometre uzaklıkta Voronezh ve Don nehrinin kesiştiği , Ukrayna sınırı yakındaki Novovoronez nükleer kopleksinin kısa geçmişi şöyle; Sovyetler zamanında geliştirilmeye başlanan basınçlı su moderatrolu VVER tipi Rus dizaynı reaktörlerin birincisi olan VVER-210 reaktörü 1964 yılından ikinci reaktör VVER-365 ise 1996 elektirik üretimine başladı. Bu reaktörlerin birincisi kurulusundan beri tasarım ve malzeme hastalarından dolayı meydana gelen kazalar (iki büyük kaza; 7 mayıs 1969 ve 1971 yılı Eylül ayında) sonucu 1998 yılında kapatıldı. İkinci reaktör de aynı sebeplerden dolayı bölge halkının güvenliğini tehdit ettiği için 1990 yılında kapatıldı.
Fakat radyoaktif olarak kirlenmiş bu iki reaktörün sökülüp çevreden izole edilmesi gerekirken, son yirmi yılda bu iki reaktördeki borular, kablolar, pompalar ve diğer aksamlar güvenli-söküm yönetmeliklerine uymadan sökülüp Kuzey Kore, Hindistan, Çin, İranda nükleer santral projelerinde veya kara borsada hurda metal olarak satıldı.Bu komplekste hala bu iki reaktör ve soğutma havuzlarindaki binlerce ton atık yakıtlar çevreyi tehdit etmekte, Bu iki reaktörün batı standartlarında sökülüp çevreden izole edilmesi sürecinin en az 30 yıl olacağı ve bu işlevler sırasında 8150 metreküp sıvı ve 3250 metreküp katı radyoaktif atıkların çıkacağı hesaplanıyor.”
Merak ediyorum , acaba sayın gazetecimiz 10 yıl sonra da Novavoranej’e benzer görüşmeler için gider miydi? Atlanılan bir gerçek var ki dünya nükleer santralin bir teknoloji olarak problem yaratabileceğine 3 miles Island,Çernobil ve Fukushima kazaları yaşandıkça tanık oluyor . Bir nükleer santralin ömrünün 40 yıl, ekonomik kaygılarla bu sürenin 60 yıla çıkartılmaya çalışıldığını düşünürseniz facialar her an kapımızda …Nükleer atık mevzuuna burada girmiyorum bile…
Japonya’da da Nükleer yeni bir sayfa; artık insanlar dozimetreyi hayatlarının içine almışlar, hiçbirşeyi dozimetreyle ölçmeden tüketemiyorlar , göz görünmeyen radyasyon paranoyak insanlar yaratmış ;ülke kanser oranlarının da artmaya yüz tutuğu bir toplumu taşıyor böğründe .
Aynı gazetecinin dozimetresiyle Japonya’ya, Fukushima’ya gitmesini istiyorum.
 Yeşil Gazete

[COP 28] Nükleer enerjinin COP kararına girmesinin arka planı

  Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen  COP  toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...