26 Şubat 2018 Pazartesi

Son hidrojen bombasının ardından, “Pasifikte sapsarı bir akşamdı / Elimize değen ölür”

Bu yazıya başlık olan mısralar Nazım Hikmet’in 1956 yılında yazdığı “Japon Balıkçısı”  [1]adlı şiirine ait. Hikmet, Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nin 1954 yılında Pasifik Okyanusu’ndaki Bikini Adası’nda denediği Bravo Castle (Bravo Kalesi) adını verdiği hidrojen bombasının yan etkilerinin yaşamı nasıl söndürdüğünü bir balıkçının ağzından anlatıyor. Bomba atıldığında 23 kişilik Japonca adı ile Daigo Fukuryu Maru (Lucky Dragon/Şanslı Ejder) gemisi, 130 kilometre uzakta, Marshall Adaları açıklarındadır, rüzgarın  etkisiyle Marshall Adalarına yönelen bulutların getirdiği nükleer serpinti adadaki 400 kişiyle birlikte Daigo Fukyo Maru’nun 23 canına değer ve bu olaydan iki yıl sonra mürettebattan Aikichi Kuboyama, Nazım Hikmet’in  “Japon Balıkçısı” şiirinde yaşamaya başlar.
Bravo Castle Hidrojen bombası
11 bin kilometrekareden fazla alanı radyoaktif kontaminasyona (kirliliğe) uğratan bu bomba ABD’nin Hiroşima’ya attığı Atom bombasından 100 kat daha  yıkıcıdır. ABD, 1944’te ilk denemesini yapıp, 1946 yılından 1958 yılına kadar da kendi nükleer test sahası olarak kullandığı Bikini’de  20’si hidrojen bombası olan toplam 23  nükleer test gerçekleştirir.[2]  Nükleer testlerin neden olduğu tahribata karşı dünyayı ayağa kaldırıp nükleer karşıtı ilk hareketin tohumlarının atılmasını sağlayan da bu olay olmuştur. Nükleer testlerin akabinde mercan adaları öyle kirlenmiştir ki en son 1994 yılında, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), Bikini Adası’nın, bitki ve hayvan yaşamını etkileyen yüksek radyoaktif kirlilik düzeyinde oluşu nedeniyle adaların yeniden yerleşime uygun olmadığını ilan etmiştir.  2010 yılında ise Unesco, dokuz kriterden ikisini sağlayan tek bir canlının yaşamadığı ve yaşayamayacağı Bikini Adalarını Dünya Mirası (World Heritage) Listesi’ne almıştır. Bugün, Bikini Adası yerlilerinin  nükleer test sahası ilan edilen topraklarından  koparılışının  üstünden 71 yıl geçmiş bulunmaktadır.
Bu testlerin sağlık etkilerine bakarsak uzun dönemli çalışmalar, radyasyona maruziyetin özellikle tiroit kanseri vakalarını arttırdığını göstermektedir. Fakat radyoaktif iyot, nükleer denemeler sırasında yayılan en tehlikeli akut radyoizotop olsa da radyoaktif serpintiden sonra adaların üzerinde biriken sezyum, stronsiyum ve  yarılanma ömrü 24 bin yıl olan plutonyum gibi uzun ömürlü izotoplar kere vücut içine girdiğinde veya solunduğunda kansere sebebiyet verir.  Bu nedenle adadaki radyoaktif katı atıklar, yapılma amacı itibariyle Çernobil Nükleer Santrali’ndeki reaktörün üzerine milyonlarca dolara yapılmışsa da  100 bin yıl muhafazası gereken atıkları yalnızca 100 yıl koruyabilecek  lahiti akıllara getiren 8 metre kalınlığında yoğunlaştırılmış çimento ve çelikten oluşan “Kaktüs Kubbesi” adındaki yapının  içinde kapalı tutulmaktadır. Diğer taraftan Marshall Adaları’nda yaşayanların hukuk mücadelesi ise bugün hala sürmektedir. [3]  Marshall Adası’nın akıbeti hesaplandığı üzere bu adaların da izleyen yılar içerisinde iklim değişikliğinin etkileriyle sular altında kalması yüksek ihtimaldir.
Sol tarafta Kaktüs Kubbesi;sağ üst testleri izleyen ekip; sağ alt: patlama anı

Bunları niye mi anlatıyorum ?

Çünkü,  2 Eylül 2017 günü  Kuzey Kore, 1 Temmuz  1968 yılında imzaya açılan fakat kendisinin asla imzacısı olmadığı Uluslararası Nükleer Silahsızlanma Anlaşması (NPT)’nı hiçe sayarak altıncı kez nükleer  test gerçekleştirdi. Kuzey Kore’nin test etmiş olduğu 100 kilotonluk hidrojen  bombası kendi çapında  istikrarlı bir ilerleme katettiğini gösteriyor. Nitekim bu bombanın Hiroşima’ya atılan Atom bombasından 8 kat daha kuvvetli olduğu anlaşıldı.
Devasa etki yapan bombaların karşılaştırması
Fakat maalesef Kuzey Kore’nin bu denemesi en geniş çaplı ve yıkıcı hidrojen bombası değildi. Zira  Rusya’nın 1961 yılında 55 Megaton TNT patlama gücüne eşdeğer  ve Hiroşima  atom bombasından 3000 kat daha tesirli  Tsar (Çar) bombası yapmıştı.  Bu bağlamda Kuzey Kore daha pek çok deneme yapacak gibi görünüyor.  Çünkü kronolojik olarak baktığımızda  Kuzey Kore’nin Ekim 2006 yılında yaptığı nükleer denemede 4,3, Mayıs 2009’da  4,7, Şubat 2013’te 5,1 ve Mayıs 2016’da 5,1, Eylül 2016’da 5,1 şiddetinde deprem yaratan nükleer testler gerçekleştirdiğini görüyoruz. [4] 6,3 şiddetinde depremi yaratan sonuncu deneme ise kat ettiği mesafenin yani başarısının ispatı (!) Üstelik savaş başlığı takmak suretiyle bunlardan balistik füze yapması da mümkünler arasında. Şimdi gelin olası bir kaç soru üzerine düşünelim.

Hidrojen bombasının etkisini anlamak  için Hiroşima’ya atılan atom bombasıyla kıyas yapmak doğru mu? 

Esasen,  hidrojen bombası da bir atom bombasıdır,  sadece patlama türü farklıdır. Hatta termonükleer bomba olarak da tanımlanan  hidrojen bombalarının  daha da kuvvetli olduğu bilinir, öyle ki patlamanın ardından meydana gelen deprem bu bombanın olağan bir sismik etkisi olarak ifade edilir. [5]

Peki bu hidrojen bombası  ile ne kadar radyaoktivite  yayılmıştır?

Açıkçası bu yazıya Japon Balıkçısı şiiri ile başlamamın gayesi de bu soru üzerine düşünülmesiydi. Kuzey Kore’nin bu denemesiyle dünyaya ne kadar zarar verdi? Bir nükleer santral patlamış gibi oldu mu?
Bu konuda görüşlerine başvruduğum Nükleer Fizikçi Dr Hayrettin Kılıç’ın değerlendirmesine göre bir kilotonluk bir nükleer-patlama, ilk anda yüksek enerjili x-ışınları ve gama ışınları biçiminde bir elektromanyetik radyasyon yaratıyor, bu ise yalnızca flora ve faunayı ekolojik etkilerinin ötesinde, dünya çevresindeki tüm elektronik iletişim donanımını etkiliyor. Bilimsel araştırmaların, günümüze dek yapılan nükleer denemelerin serpintilerinin radyolojik etkileri nedeniyle, 2000 yılına kadar çoğunlukla kuzey yarımkürede 500 bin kanserden ölüme yol açmış bulunuyor. [6]  Bu nedenle Kuzey Kore’nin 50 Kilotonluk bir bomba deneyerek gezegenimizin ciddi anlamda radyoaktif kirliliğe maruz bırakıldığını söylemek yanlış omaz.
Diğer taraftan, 1000 Megawatlık bir reaktörün yılda 225 kilogram plutonyum ürettiğini ve nükleer silah yapmak için 4,5 kilogram plutonyumun yeterli olduğunu ve dünyada  kapatılanlar dışarda tutulursa 380 civarında reaktörün üretim yaptığını öngörebilirsek  yeni reaktörlere karşı  olmak ve mevcutların da kapatılmasını talep etmek için yeterince sebebimiz  olduğunu görürüz. Zira Dr Helen Caldicott’un ifadesiyle Çernobil Felaketi’yle patlayan reaktörden  etrafa yayılan 500 Kilogram  plutonyum, herkesin ciğerine eşit olarak dağıtılsaydı  söz konusu miktar tüm dünyayı 1100 defa  kanser edebilirdi [7]
Bu noktada Çernobil Nükleer Felaketi ile  dünyaya Hiroşima’da yayılan radyasyonun  500 katı  radyasyonun havaya karıştığını ve Fukuşima’da ise Hiroşima’ya atılan bombayla yayılan sezyumdan 168 kat daha fazla sezyumun yayıldığını  hatırlamak  nükleer santral -nükleer silah  ilişkisini ve bunların  benzer sonuçlara yol açtığını anlamamızı kolaylaştırabilir. Bu derdi dünyanın başına salanlar  için ise sanırım  tek bir şey söylenebilir: Radyasyon ne ayırımcılık ne ırkçılık yapar, şüphesiz mağduriyet korunma ve kaçınma olanaklarının mevcudiyetiyle de ilgilidir ama, yaşamı geri dönüşü olmayan şekilde nihayetlendirme ihtimali olanların kalbi, ciğeri, kanı, iliği, kemiği  var ise eğer,  bu müsibetten kendileri ve çocukları hatta henüz doğmamış olan torunları da nasiplenebilirler.
Son notlar
[1] http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/japon_balikcisi.htm
[2] http://www.bikiniatoll.com
[3] Nukleersiz Hibakuşalar Olmasın Sergisi, Nükleersiz.org
[4] http://edition.cnn.com/2017/09/03/asia/hydrogen-bomb-north-korea-explainer/index.html
[5] http://www.nukleersiz.org/metin/hidrojen-bombasinin-atom-bombasindan-farki-nedir
[6] Dr. Hayrettin Kılıç, Nükleer Destan, Bil Yayınları, 2007
[7] Dr Helen Caldicott, Nükleer Enerji Çözüm Değil, Yeni İnsan yayınevi, 2014

Pınar Demircan
(Yeşil Gazete) 

ABD’de Duke Enerji de Nükleer Endüstri’yi terk ederek yüzünü güneşe döndü!

ABD’de  nükleer endüstri içinde adı geçen 15 şirketten  biri olan olan Duke Enerji, Florida Körfezi kıyısında planlanan Levy Nükleer Santral Projesi’nden vazgeçtiğini açıkladı. Duke Enerji, en son Güney Carolina’nın Cherokee kentinde geçen on yıl içinde 542 milyon Dolarharcayarak  Nükleer Düzenleme Komisyonu (NRC)’ ndan onay almış olduğu Lee Nükleer Santral Projesi’nden de vazgeçmişti. Böylece Duke Enerji bir haftada  ikinci kez 2016 yılında  üretim ve  inşaat lisanslarını aldığı nükleer santral projesinden vazgeçmiş oldu.

Sebeplerden biri ortağı olan Toshiba-Westinghouse’un finansal  darboğaz içinde olması!

Şirketin sözcüsü Ann Marie Varga  proje ortağı Westinghouse şirketinin finansal zorlukları nedeniyle projelere devam edilemediğini açıkladı. Zira  Toshiba-Westinghouse da öncekihaberimizle paylaştığımız gibi  hiç bir gelecek dönem yurt dışı projelerinin bulunmadığını ilan etmişti. Varga’nın açıklamalarına göre bu projelerin iptal olmasının diğer bir sebebi ise enerjiye olan talebin düşmesi.  Bu açıklamaların akabinde, Duke Enerji’nin Florida’da 6 milyar Dolarlıkyatırım yaparak güneş çiftlikleri, elektrikli araba üretim şarj istasyonu kurma planları yaptığı öğrenildi. Şirketin bu kararında müşteriler kadar çevreci grupların da tesiri olduğu düşünülüyor. Duke Enerji’nin son 10 yıldır aktif olduğu rüzgar sektöründe de 20 rüzgar projesi de bulunuyor.
Halihazırda  Carolina’da eyaletin ihtiyaç duyduğu elektriğin yarısını ürettiği 6 güneş santrali bulunan Duke Enerji en son Kuzey Carolina’da 2 güneş çiftliği projesini hayta geçirmiş, Şirket Başkan yardımcısı Rob Caldwell müşterilerin daha fazla  yenilenebilir enerji sunmalarını sağlayacak yatırımlara başladıklarını aktarmıştı. Duke Enerji  gelecek 4 yıl içinde Florida’da 700 Megawatt’lık yeni güneş santralleri ve buna eyalet  genelinde  500 elektrikli araç şarj istasyonu kuracak.
Dünyayı şirketlerin yönettiği yarım yüzyıl içinde  olmamız nedeniyle, nükleer projelerinden çıkan Duke Enerji’yi biraz tanıyalım:  genel hatlarıyla  diyebiliriz ki: Duke Enerji, kuruluş tarihi 1900 uzanan, merkezi ABD Kuzey Carolina eyaleti nde bulunan, ABD ve Latin Amerika’da yatırımları olan elektrik üretimini temel olarak kömürlü, doğalgazlı ve hidroelektrik  santrallerden sağlamakla beraber  2000’li yılların başından itibaren de nükleer santral projelerine heveslenmiş bir şirket.

Güneş güzel ama, tekelci mantık yenilenebilir enerji alanında devam ettirilmek isteniyor!

Öte yandan, geçen yıllar içinde  güneş ve rüzgar enerjisi için 3,5 milyon Dolar’lık yatırım yapan  Duke Enerji eski alışkanlıklarını devam ettirmek, tekelci kişiliğiyle yenilenebilir enerji piyasasını kontrol edebileceği bir ortam yaratmaya uğraşıyor.
Nitekim  bir süredir güneşi “herkesin güneşi özgürce kullanma hakkı olduğunu” savunarak toplumsal ekonomiyi destekleyen NCWarn sivil toplum örgütü arasında bir hukuk savaşı başlamış bulunuyor.
Buna göre eğer savaşı NCWarn kazanırsa Kuzey Carolina(North Carolina) diğer 25 eyalette izin verildiği gibi çatı üstü mikro güneş enerji sistemlerinden ürettiği elektiriği üçüncü taraflara  tekel şirketleri aşarak satabilecek. Duke bu durumda fiyat artışına gidebilecek. Eğer mahkeme Duke lehine karar verirse  enerjide otonomi kalmayarak elektriğin dakikası  Duke Enerji  üzerinden satılıyor olacak ki bu durum küçük üreticileri Duke için düşman konumuna getiriyor.
Geçen sene  ABD Greenpeace de Duke Enerji’nin tekel pozisyonunu Şirket Genel Kurulun olduğu gün protesto etmişti. ABD Greenpeace adına açıklama yapan Monica Embrey, Duke Enerjinin  bireysel kullanıcılarını, sivil toplumu dışlayarak enerjiyi tekeline almak istemesini kınamış ve güneş ve diğere yenilenebilir enerjilerin şirketlerin tekelinde olmaması gerektiğini belirtmişti.
Pınar Demircan
 (WFAE, Ncpolicywatch, Desmog, Yeşil Gazete)

Almanya, Belçika’ya komşu Aachen kentinde nükleer kaza veya sızıntı ihtimaline karşı iyot hapı dağıttı

Almanya, Belçika’nın çatlaklar nedeniyle kapatılan ve sonra yeniden çalıştırılan nükleer reaktörlerine 70 Kilometre mesafedeki Kuzey Vestfalya Eyaleti’ne bağlı Aachen kentinde güvenlik nedeniyle iyot hapı dağıttı.
Belçika’nın nükleer reaktörleri
Genelde kazanın ardından dağıtılması öngörülen iyot hapları bu kez emniyet amacıyla kent sakinleri tarafından istendi.
Nükleer santralde bir kazanın veya sızıntının meydana gelmesi halinde tehlikeli radyoaktif partiküllerden korunulması amacıyla hamile kadınlar, çocuklar ve 45 yaşın altındakiler önecelikli olmak üzere Aachen kent nüfusunun üçte birine dağıtıldı.
Tihange Nükleer Santrali
Kaza meydana geldikten sonra eczanalerde panik yaşanmaması için bu önlemi aldıklarını belirten Aachen Kenti Çevre Birimi uzmanlarından Marcus Kremer nükleer santralin risklerinden doğabilecek kötücül sonuçların politik bir amaçla değil gayet insanı nedenlerle üzerinde durduklarının altını çizdi.  “Bu hapları dağıtarak insanların panik olmasını amaçlamıyorsak da riski düşünmemiz ve buna karşı önlem almamız şarttı”dedi.
Tihange Nükleer Santrali Meus Nehri’nin kıyısında kurularak sırasıyla 1975 , 1982,1985 yıllarında operasyona başlamış olan 1000 küsur Megawatlık 3 reaktörden oluşuyor. Tihange Nükleer Santrali’nin reaktörlerinde tespit edilen ve resmi olarak raporlanan çatlak formundaki deformasyon uzunca bir süredir 70 Kilometre mesafedeki Aachen sakinlerini tedirgin ediyordu. En son Yeşil Gazete okuduğunuz gibi Tihange Nükleer Santrali’nde olası bir felakete karşı Belçika-Almanya ve Hollanda üç komşu ülkenin sakinleri 90 Kilometrelik sınıraşırı bir insan zinciri kurarak Tihange reaktörlerinin kapatılmasını talep etmişti.  Aachen Teknik Üniversitesi’nden Reaktör Teknolojileri uzmanı Hans-Josf Allelein insanların bu dağıtılan iyot tabletleriyle nükleer kazadan korunabileceklerini sanmaması gerektiğini, bu tabletlerin alımıyla radyoaktif iyottan korunulsa bile sezyum, stronsiyum, plutonyum gibi diğer radyoaktif elementlerden korunmanın mümkün olmayacağını dolayısıyla bu konuda tedirgin olaların şimdiden kontamine olmamış su ve gıda depolaması gerektiğini, pencere ve kapıların izolasyondan geçirilmesi gerektiğini hatırlattı.

Haber: Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)

Teksas’ın Harvey ile imtihanından yeni bir Fukuşima çıkabilirdi!

İklim değişikliğine bağlı olarak meydana gelen hava olaylarındaki aşırılıklara en son 26 Ağustosgünü başlayarak saatte 210 kilometre  hıza ulaşan  Harvey Kasırgası eklendi.  Bölgeye düşen yağmurun 127 santimetreye ulaşatığını açıklayan Ulusal Kasırga Merkezi bu miktarın değil Teksas, ABD tarihinde bile rekor seviye anlamına geldiğini  duyurdu. Yeşil Gazete’de günbegün haberlerini  takip edebildiğiniz kasırga, kategorik olarak “yüksek”tehlike derecesi tayin edilen 4.seviyeye kadar çıkarken beş kişinin  hayatını kaybetmesine ve büyük tahribata neden oldu.
Olağanüstü şartların  altüst ettiği  yaşam alanları ve endüstriyel  tesisler için tehlike çanları çaldı. Nitekim Teksas Eyaletine bağlı La Porte ve Shoreacres bölgelerindeki bir tesisten kimyasal  sızıntı olduğuna dair haberimizle paylaştığımız gibi duyurular ve akabinde kapalı yerlerde kalınmaması  ve klimaların kapatılması konusunda  uyarılar yapıldı.
Tüm bunlar olup biterken, bir eyaleti alarma durumuna geçiren kasırganın  felaket bölgesi içindeki Güney Teksas Nükleer Santrali’nde  güç kesintisi yapılmadan  tam kapasite ile üretime devam edildi. Oysa deniz seviyesinden 9,7 Metre yüksekteki Güney Teksas Nükleer Santrali’nin 3 ve 4 no’lu reaktörleri açısından Meksika Körfezi’nden  16 Kilometre içerde ,  soğutma suyu barajını besleyen Colorado Nehri’nin de 23 Kilometre batısında yer alan nükleer santral sahasında su taşkınının yaşanması  halinde bir nükleer felaketin meydana gelmesi olasılık dahilindeydi.
Nitekim  11 Mart 2011 yılında meydana gelen ve 6 yıldır  ürkütücü sonuçları izlenen Fukuşima Nükleer Felaketi’nin başlama sebebi de depremin ardından meydana gelen tsunamiye bağlı olarak yaşanan elektrik kesintisi ve  soğutma sisteminin arızalanması değil miydi?  Fukuşima ile öğrenilmişti ki  tsunami olmasa da meydana gelebilecek sel felaketi, su taşkınları benzer şekilde dünyanın herhangi bir yerindeki nükleer   santralde bir Fukuşima’nın yaşanmasına sebep olabilirdi. Nitekim önceki bir yazımızda ele aldığımız gibi iklim değişikliğinin yol açabileceği olağanüstü şartlar artık nükleer santralleri çok daha fazla riskli konuma getirmiş bulunuyor.
Benzer şekilde Fukuşima’dan alınan derslerin ışığında,  Harvey Kasırgası’nın yıkıcılığını Fukuşima’daki gibi bir felakete yol açabileceği endişesiyle değerlendiren Sürdürülebilir Enerji Ekonomik Gelişme Koalisyonu(SEED), Beyond Nuclear ve Güney Teksas Sorumlu Enerji Derneği’nden temsilciler de ,  29 Ağustos günü politikacılardan ve santral işletmecisinden Teksas‘ı sular altında bırakan eyalet genelinde acil durum ilan edilmesine neden olan Harveysüresince reaktörlerin devreden çıkarılmasını talep etti.
2 reaktörlü Güney Teksas Nükleer Santrali
Nükleer santral yetkilileri tarafından web sitesinden yapılan açıklama ise  reaktörlerin kapatılmasını gerektirecek şartların bulunmadığını, rüzgarın saatte 40-50 Mil hızda estiğini, rüzgarın 70-73 Mil seviyesini aşması halinde  reaktörlerin devreden çıkarılacağını, tesisin  kategori 5 seviyesindeki kasırgaya hazırlıklı olduğunu bu nedenle kategori 4 seviyesindeki kasırganın sorun yaratmadığını bildikleri yönünde oldu. Bununla beraber şirketten, sivil toplumun ısrarına rağmen nükleer santralin içinde biriken su seviyesine dair bir açıklama yapılmadı ve web istesinde herşeyin “iyi ve  kontrol altında” olduğu yazıldı.
Konuyla ilgili olarak, Nükleer santral yetkililerine uyarı yapmış olan sivil toplum örgütleri  Enenews’e değerlendirmelerde bulundu. SEED’den Karen Hadden, Nükleer santral yetkililerinin   “Sel sularının nükleer reaktörlere erişerek  operasyonu çok tehlikeli bir hale getirebileceğini, canlı yaşamını düşünmeyen endüstrinin en azından milyarlarca dolar borç batağına düşeceğini” öngörmesi gerektiğini  ifade ederken elektrik üretiminin fırtına da bile devam ettirilmesini gerektirecek bir ihtiyacı bulunmadığının da altını çizdi. Hadden’ın verdiği bilgiye göre: Güney Teksas Nükleer  Santrali’nin yetkilileri 40 yaşını doldurmuş ve izleyen 20 yıl için operasyona devam etme izni koparmaya çalıştığı reaktörlerin kasırgadan sağlam çıkarak yola devam edebileceğini ispatlamaya çalışıyor bile olabilir.
Beyond Nuclear’den Paul Gunter ise  kasırga gibi olağan dışı sert hava koşulları ile  karşılaşıldığında önlem amacıyla nükleer reaktörlerin manuel olarak kapatılması gerektiğine dikkat çekerek“soğutma suyu sisteminin su taşkınına maruz kalması halinde çalışmayabileceğini, reaktörlerin devreden çıkarılmasının reaktörde meydana gelebilecek tam erime riskini azaltacağını” vurguluyor.
Sorumlu Enerji Derneği adına konuşan Susan Dancer ise nükleer santralden 3 Kilometre  mesafedeki alanlarda  Colorado Nehri üzerinde  taşkınların yaşandığını söyleyerek  aşırı yağış miktarının birikmesi ve nehir taşkının birlikte kümülatif etkisi düşünülürse nükleer santralde de beklenmedik sonuçların oluşabileceği yönünde uyarıda bulunuyor.
Eyalet genelinde alarm durumuna geçilmiş, Harvey karşısında ölüm kalım mücadelesi verilirken, Güney Teksas Nükleer Santrali’nin güç kesintisi yapmadan operasyona devam etmesi, üstelik bunu sivil toplumdan gelen uyarılara  ve isteklere rağmen sürdürmesi  Fukuşima felaketiyle belirginleşen nükleer santrallerin risklerini yok saymaya dönük bir pozisyon almaya çalışmış olduğunun göstergesidir. Lakin, adeta nükleer santrallerin namını temizlemeyi amaçlayan bu eylemle, Güney Teksas Nükleer Santrali yetkililerinin  bir Fukuşima’nın daha yaşanmasına yol açmalarının an meselesi olduğu çok nettir. Esasen, hayatı askıya alan bir felaket karşısında en dirayetli ve sorumlu duruş, olası bir tehlikeye karşı  zararı minimum seviyeye indirmek için aksiyon almak olacakken Nükleer endüstri umursamazlığını fütursuzca sergileyerek toplum nezdinde  bir kez daha sınıfta  kalmıştır.
Pınar Demircan 
(NIRS, Enenews, Yeşil Gazete)

Gaziemir’de radyoaktif atık bertarafına ÇED onayı! Peki ya şeffaflık?

Türkiye, nükleer santral sahibi değilken bile adı “Ölümlü nükleer kazalar listesi“nde yer alan bir ülke, hatta 2007 yılından beri de nükleer bulaşıklı atıklarla ve bunların nasıl berataraf edileceğiyle ilgili olarak  başı dertte. Maalesef, Türkiye genelinde bir klasik haline gelmiş olduğu üzere gerek devlet, gerekse şirket yetkililerinin vurdumduymazlığıyla Gaziemir’de de  nükleer atıkların bertarafı ve temizliği konusunda ilklere imza atılıyor.
Gaziemir Aslan Avcı Kurşun Fabrikası’nda radyoaktif atığın tespit edildiği alanRadyoaktif temizliğe ÇED onayı!











Bu konuda en son örnek Gaziemir ‘de Aslan Avcı Kurşun Fabrikasının müteahhidi olan ve  nükleer atıkların beratarafı için görevlendirilen  Turanlar Atık Yönetimi Geri Dönüşüm  Çevre özel Sağlık Hizmetleri ve Enerji Nakliyat Tic. A.Ş. ‘nin  Radyoaktivite Bulaşmış Atıkların Fiziksel Yöntemlerle Ayıklanması, Sahanın Temizlenmesi ve Elde Edilen Kurşunun Geri Kazanımı projesi ile ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunduğu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu ‘nun sivil toplumun itrazları dikkate alınmadan salt İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nun yaptığı incelemeye göre 10 Ağustos 2017 tarihinde onaylanması oldu.

Sivil toplumun gücü!

Hatırlayacağınız gibi Gaziemir’de Aslan Avcı Fabrikası’nın 70 dönümlük arazisi içindeyaklaşık 10bin ton radyoaktif atığın gömülü olduğu ilk olarak 2007 yılında tespit edilmiş ancak konu 2012 yılında bir gazetecilik başarısıyla gündeme getirilince kamuoyunun bilgisi dahilinde olmuştu. Bu konuda detaylı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz.  2014 yılında nükleer atıkların ekolojik yaşama ve çevre sağlığına zarar verdiği yönündeki şikayetlere istinaden hukuk mücadelesinin başlatılması ise hem Gaziemir’in mağdur halkına moral vermiş hem de meselenin toplumsal olarak sahiplenildiğini, göstererek, sorunun giderilmesi yönünde sorumlu tarafların tayin edilmesini sağlayan bir milat olmuştu. Türkiye, hukuki sürecin başlamasından itibaren konuyu Davacı Vekil Arif Ali Cangı’nın açıklamaları üzerinden takip etti.  Nükleer bulaşıklı atıkların gelişigüzel  bartaraf edilmeye çalışılması hatta mahalle sakinlerinin tepkisinden çekinilerek kazıya ve öğütme işlemlerinin gece yapılması  bardağı taşıran son damla oldu. Nihayet Av. Cangı’nın da katkılarıyla sivil toplum bu aşamada ağırlığını ortaya koyarak nükler atık bertarafının ÇED alınarak yapılması için kampanyalar başlattı. Neticede radyoaktif temizliğin çevre sağlığının tehlikeye atılmadan ÇED alınarak yapılması yönünde İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ile İzmir Valiliği’ne  sivil toplum tarafından talepler iletildi.

ÇED’e itirazlar dikkate alınmadı!

Radyoaktif temizliğin ÇED alınarak yapılması kararı verilince Halkın Katılımı toplantılarına  sivil toplum içinden bağımsız bilim insanlarının, teknik uzmanların iştirak ederek görüşlerini ileteceği  bir komite kuruldu. Ancak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdinde gerçekleştirilen “Halkın katılımı toplantısı” ile İnceleme ve Değerlendirme(İDK) toplantısının ilkine katılım sağlanmışsa da  Davacı Vekil ve toplantının katılımcılarından EGEÇEP temsilcileri ÇED’e yönelik görüşlerini ve itirazlarını beyan ettikleri gibi toplantıdan çıkarıldı. Daha sonra tutanakların kendilerine gönderilmesini  isteyen Halkın katılımı toplantısı temsilcileri bir de özel hayatla hiç bir alakası olmamasına rağmen “özel hayatın gizliliği” ibaresi altında süreçten dışlandı ve toplantı tutanakları istemelerine rağmen kendilerine gönderilmedi. Bu gün gelinen noktada ise Gaziemir’deki nükleer bulaşıklı atıkların bertarafına yönelik olarak düzenlenen Halkın Katılımı Toplantısı’nda sivil toplumun itirazları dikkate alınmadan  ÇED’i onaylanmış bir uygulama süreciyle karşı karşıyayız.

Valilik bünyesinde oluşturulacak  izleme ve denetleme komisyonuna girerek toplantılara katılım sağlamak önemli!

Radyoaktif atık ayrıştırmanın şehir dışında başka bir tesiste yapılması, nükleer atıkların geri kazanımına öncelik verilmesi yerine bilimsel metodlarla  radyoaktif temizliğin yapılması gibi şartların ihlali radyoaktif kirliliğin yayılması demek olacağı üzere, sivil toplum süreci yakından izleyebilir, hesap sorabilirse arazi içindeki bertaraf faaliyetlerin şeffaf bir şekilde yürütülmesi mümkün olabilir. Zira her konuda olduğu gibi nükleer atıkların bertarafında da  sivil toplumun, konuyu gündemine aldığı, izlediği ölçüde sorumlular kontrollü faaliyetler içerisinde bulunabilecek.
Bu bağlamda okuyucularımıza mesaj vermek gerekirse,  bu aşamadan sonra bağımsız bilim insanlarının, mahalle temsilcisı ve olayı başından beri takip eden Egeçep temsilcisinin   İzmir Valiliği bünyesinde oluşturulacak İzleme Denetleme Komisyonu’na katilmasına izin verilirse yaşamsal risklere maruz kalınmasının önüne geçilebilir.
 
Bu sürece katkı koyabilecek bağımsız uzmanlar ve bilim insanları bir e posta ile kendilerini tanıtabilir.


Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)

Fukuşima’da eko-yıkım ve radyoaktif kirliliğin üstünü 2020 Tokyo Olimpiyatları’yla örtme çabası!

Nükleer santraller, on yıllardır iktidarlar tarafından üzerine yatırım yapılan, bünyesinde en ileri teknolojilere yer verilse de enerji üretiminin işleyiş mantığı termik santrallerden hiç de farklı olmayan, kömür yerine uranyum ham maddesini kullanan tesislerdir. Bu maddenin kullanılmasıyla  ortaya çıkan radyasyonun düşük dozunun bile canlılarda kansere ve başka hastalıklara yol açabileceği, “hibakuşalar” yaratacağı canlı yaşamının evi olan doğal ortamın ise radyoaktif kirliliğe uğradığı biliniyor.  Bu konuda Dünya genelindeki farkındalık,  31 yıl sonra bugün etkileri hala devam eden Çernobil Nükleer Felaketi’nin başlamasıyla yükselmişken Çernobil’den 25 yıl sonra meydana gelen  Fukuşima Nükleer Felaketi ile hem hafızamız canlanıyor hem de  teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin  iktidarların ne kadar çaresiz kalabildiğini görüyoruz. [1]   Altı yıldır Fukuşima’dan aldığımız haberlerden anlıyoruz ki radyoaktif temizlik pek öyle kolay ve sorunsuz çözülebilecek bir şey değil!  Bu gerçeği inkar eden Japon Hükümeti ise bir kabustan uyanmak istercesine 2020 Tokyo Olimpiyatları öncesinde  Fukuşima’da olup bitenleri normalleştirmek ve Japonya’nın ambalajını mümkün olduğunca parlatmak çabasında.

Görsel: Enviroreporter

Tokyo Olimpiyatları’nda top oyunu maçları Fukuşima’da yapılacak!

Hatta bu nedenle Tokyo Olimpiyat oyunlarından beyzbol gibi top oyunu maçlarının Fukuşima’da yapılmasına karar verildi. Zira Olimpiyat Komitesi Başkanının bu sene Mart ayında gerçekleştirilen bir basın toplantısında  “Olimpiyat oyunlarını 2011 tsunaminin yaşandığı Fukuşima’ya getirmek yaraların sarılması için büyük bir fırsat”şeklinde yaptığı değerlendirme  2020 Tokyo Olimpiyatları’nın nükleer felaketin badirelerini çekmekten sıkılmış bir Japonya’nın varlığına ve onun zor günleri bir an önce unutma arzusuna işaret ediyor. [2]

Peki Japonya 2020’ye kadar radyoaktif atıklarından kurtulmayı nasıl başaracak?

Aslında başaramayacak, sadece kirliliği halının altına süpürecek! Zira beş yıldır Fukuşima Bölgesinden toplanan radyoaktif katı atıkları atık yakma merkezlerinde imha etmek suretiyle “görünürdeki yığın”dan kurtulma çalışmaları yürütüyor! Peki ya yanıp atmosfere karışan radyoaktivite ne olacak?

Ekolojik yıkım büyük!

Bir temizlik yapmaya başlamanın ilk adımı kirliliğin miktarını anlamak olduğu üzere dilerseniz önce tam erimenin yaşandığı reaktörlerdeki duruma bakalım:

Hatırlayacağınız gibi en son Fukuşima Nükleer Santrali’nin işletmecisi Tokyo Elektrik şirketi (TEPCO) da 1&2 no’lu reaktörlerde tam erime olduğunu tespit etmiş olarak 3 no’lu reaktörüniçinde ise ne kadar nükleer yakıt kaldığını tespit etmeye çalışıyordu. Bu nedenle reaktörün emniyet kazanına  Küçük Güneş Balığı  adıyla tanıdığımız  bir robot gönderildi. Nihayet 29 Temmuz 2017’de TEPCO  açıkladı ki, 3 no’lu reaktörde  çok az miktarda uranyum yakıtı kalmıştı. [3]

Okyanus zehirleniyor…

Ekolojik felaketin temel nedenlerinden sayılabilecek  reaktörlerdeki tam erime vakasından ayrı bir de 6 reaktörlüDai ichi Nükleer Santralindeki  reaktörleri soğutmak üzere kullanılan soğutma suyunun depolama su tanklarında biriktirilmesi sözkonusu.
Bir önceki yazımızda detaylarıyla aktadığımız gibi biriktirilen radyoaktif suyun miktarının  800 bin Ton’a ulaşması, yer kalmadığı için işlemden geçirilerek belli aralıklarla denize boşaltılması bir dertken ilaveten depolama  tanklarında biriktirilen bu radyoaktif suyun her gün 300 Ton’u denize sızıyor.

Deprem ülkesine kalıcı(!) radyoaktif atık depolama alanı…

Dünyada nükleer ve yüksek radyoaktif atıkların bertaraf edilmesindeki güçlükler nedeniyle için “tuvaletsiz ev” teşbihinin çok uygun olduğu nükleer santraller için stabil arazi yapısına sahip, deprem riski olmayan ve fay hatlarıyla alakası bulunmayan coğrafyalarda yerin altında kalıcı atık depolama  alanı kurulması sözkonusu. Nitekim bugün Dünyada bu kriterlere yakın, depremle bir tanışıklığı bulunmayan  Finlandiya ve İsveç’te yerin altında kalıcı atık depolama alanı kurma çalışmaları yürütülüyor. Finlandiya’da yapımı süren Onkalo Kalıcı Atık Deposu’yla ilgili önceki bir yazımıza şuradan ulaşabilirsiniz.
Bununla beraber 29 Temmuz 2017 tarihinde Japonya’nın Ekonomi ve Sanayi Bakanlığı,Fukuşima bölgesinden toplanan  radyoaktif atıkların Japonya içinde depolanması amacıyla bilimsel bir haritalama çalışması yapılmış olduğunu duyurdu. Harita üzerinde volkanik bölgelere ya da fay hatlarına 15 Kilometre mesafede olan yerler turuncu, yerin altında petrol ya da doğal gaz bulunan, gelecekte çıkartılması istenebilecek madenlerin bulunduğu yerler gümüş renkte, gömülmesi uygun olabilecek potansiyel yerler yeşil ve deniz kıyısından 20 Kilometre içerde olan sevkiyata da uygun yerler koyu yeşil ile gösterilmiş bulunuyor.
Bu çalışma, radyoaktif atıkların nerelerde yerin altına gömülerek  nihai olarak depolanacağını gösteriyor. Buna göre 300 Metre derinliktekurulacak  kalıcı depo alanları 100 yıl kullanılacak ve depo 100 bin yıl kapalı tutulacak. Deprem riskinin  veya fay hatlarının bulunmaması denizden sevkiyatın  mümkün olması gibi kriterler yer tayininde belirleyici olmuşsa da  bir deprem ülkesi olan Japonya’da 100 bin yıl bu atıkların emniyetli şekilde yerin altında korunmasının mümkün olmayacağını savunan  yurttaşlar  haritayı deli saçması olarak değerlendiriyor. [4]
Ek olarak, Japonya genelinde ciddi tartışma yaratan bir diğer konu ise atık yakma tesisleri. Çünkü  Fukuşima Nükleer Felaketi başlamadan önce var olan tesislerde diğer bir deyişle radyoaktif olmayan atıkların yakıldığı tesislerde gerçekleştirilen radyoaktif atık yakma operasyonları ekolojik kaygılara neden oluyor. Ekonomi ve sanayi Bakanlığı tarafından hazırlanan haritası  üzerinde sonradan uzmanlar tarafından yapılan bir çalışmayla +   ile işaretlenen noktalar ülke genelindeki katı atık yakma tesislerini  gösteriyor. Bu konudaki ilk yazımıza şuradan ulaşabilirsiniz.

Radyoaktif  atıklar yakılarak atmosfere karışıyor!

Bugün Japonya’nın 47 eyaletin 30’unda toplam 100 ayrı tesiste radyoaktif atıkların bertarafı  işlemleri  gerçekleştiriliyor. Ancak bu tesisler radyoaktif olmayan katı atık yakımında kullanılmış olan Fukuşima felaketinden sonra ilk defa radyoaktif atıkların da yakıldığı yerler. Bu sorunun diğer bir boyutunu  ise bu tesislerde çalışanların özellikle yakma operasyonlarında  yüksek radyasyona maruz kalması oluşturuyor kaldı ki bu tesislerin bulunduğu yerlerde yaşayan halk da tehdit altında. Diğer taraftan  Hükümet yetkilileri ile  atık yakma işlemlerine kendi yerel yönetimlerinin sınırları dahilinde izin veren yerel yöneticiler hiçbir sorun olmadığı, atık bertarafı işlemlerinin yapıldığı tesislerde filtre kullanıldığı ve filtrenin salınan radyoaktivitenin  %99’unu tuttuğu iddiasında bulunurken, filtrelerin üreticileri filtrelerin tutuculuğuna dair bir güvence veremiyor. Radyoaktif emisyonları ölçmek için yapılan testler yapan uzmanlar bu işlemleri “eksik, dar kapsamlı ve şeffaflıktan uzak”  şeklinde değerlendiriliyor.

2020 Olimpiyatları’na kadar agresif hedef: “radyoaktivite tez bite!”

Radyoaktif atıkların normal tesislerde yakılmasına ilaveten bir başka sorun da  radyoaktif atıkların yakıldığı  tesislerde oldukça agresif bir operasyon hedefi konmuş olması, öyle ki olimpiyat oyunlarının Tokyo’da  yapılacağı 2020 yılının başında tüm radyoaktif katı atık yakımının tamamlanması planlanmış durumda. Bununla beraber 2020 yılının başında Radyoaktif atık yakma işlemleri nihayetlenince bu tesislerin sökülmesi ve bertarafı öngörülüyor zira yakma proseslerine hizmet eden bu tesisler  de yüksek oranda radyoaktivite barındırıyor.
Tüm bu radyoaktif  temizlik ve atık bertarafı gibi işlemler için 2012 yılında Japon Hükümeti’nin izleyen 5 yıl için  tsunami ve deprem bakım kalemi olarak ayırdığı bütçe ise 16 Milyar Dolar. Bu bütçe katı atık yakma ve radyoaktif bertarafında  hizmet veren şirketlere yönelik ödemelerle yerel yönetimleri operasyona izin vermeleri için teşvik etmek amacıyla kullanılıyor. Örneğin Kuzey Kyushu eyaleti   teşvik edilmesinin neticesinde   kendi bölgesi içindeki atık yakım  tesisinde iki yıl boyunca yılda 39 500 Ton katı atık yakımına olanak tanıyacağına söz vermiş, bu konuda yerel yönetim teşvik miktarını açıklanmazken  aktivistler hükümet tarafından 53,7 Milyon Dolar’lıkcazip bir teklif yapıldığı görüşünde.

Radyaoktif atıklar geri dönüşümle yol ve inşaatta kullanılıyor!

Atık yakma tesislerinde yakılan radyoaktif katı atıkların  inşaat ve yol yapım işlerinde kullanılması  ekonomik açıdan oldukça karlı bulunduğu üzere toplumsal itirazlara rağmen bu Fukuşima’da da yönteme başvuruluyor. Mamafih, Balıkesir’de ve Aliağa’daki yol yapımında ağır metaller içeren atıkların kullanıldığı vakaları gözönüne alırsak, Türkiye’de bizler de kar ve rant sözkonusu olduğunda israfı sevmeyen şirketlerin neler yapabildiğine hiç yabancı değiliz(Türkiye’deki örnekler saymakla bitmez). Maalesef , zehirli malzemelerin atıl kalmaması ve  maliyet yükü de olmadığı için araştırılmadıkça ne olduğu geçmişi anlaşılmayan bu maddelerin kullanılarak bulardn fayda sağlanması bizim sıklıkla şahit olduğumuz bir olay.
Fukuşima’da  yaşanmış ve yaşanmakta olan bu vakalar,  nükleer felaketin her nerede yaşanırsa yaşansın yüzyıllar boyunca  kurtulmanın mümkün olmayacağını, bırakın inşaat ve işletim süreçlerini, temizlik ve bertaraf işlemlerinin de son derece zahmetli ve  maliyetli   olduğunu somut olarak ortaya koyuyor. Sizce de “akan ve kokan tüm bu süreçler“,  dünyanın neresinde olursa olsun gerek nükleer gücü yaygınlaştırma çabasındaki iktidarların nasıl tavırlar içerisinde olacağına gerekse felaketle yaşamak zorunda bırakılan toplumların nelere maruz kalabileceğine dair yeterince fikir vermiyor mu?
Son notlar
[3] http://www.fukuleaks.org/web/?p=16374

[COP 28] Nükleer enerjinin COP kararına girmesinin arka planı

  Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen  COP  toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...