6 Ağustos 2015 , 70 yıl önce bugün saat 08:15’te , Amerika Birleşik Devletleri (ABD ), saldırı amaçlı ilk atom bombasını Japonya’nın Hiroşima kentine attı . Bombanın adı Küçük Oğlan
(Little Boy)’dı. Bombanın atılması için şehrin uyanması beklendi:
ocaklar yanmalıydı ki “Küçük Oğlan” daha fazla yaramazlık yapabilsin .
Bombanın isminden yaratılması arzulanmış olan kıyametin büyüklüğü tahmin
edilebiliyor. Nitekim izleyen günlerde bombanın etkileri Hiroşima’ya
akın eden Amerikalı bilim insanı ve araştırmacılar tarafından şöyle kayıtlara geçecekti: Bombanın düştüğü yerden 3 kilometre
çaplı bir daire içerisinde oluşan yüksek ısı, parlak ışık, alev rüzgarı
…Hiroşima’nın nüfusu bomba atılmadan saniyeler öncesinde 340 bindi , bombanın atılmasından 10 saniye sonra ise nüfus 140 bin
azaldı. Hiroşima’da yaşananlar tecrübe edenler tarafından “Bana
cehennemi sorarsanız , biz o gün onu yaşadık” şeklinde tarif ediliyor .
Parlak ışık aşırı sıcak insanların derilerini giysilerine yapıştırır ,
her birini balmumundan yapılmışçasına eritir. Bir tanık, gözünü elinde
taşıyan bir adam gördüğünü söyler , insanlar bilinçsizce sadece
yürüyordur . Hiroşima o an bir hortlaklar kenti gibidir.
Hiroşima’yı anlatan çizgifilmler, belgeseller bu konuda hayal
gücümüzü zorlamayı gerektirmiyor . Japon Ressam ve Barış Aktivisti Ikuo Hirayama Hiroşima’ya atom bombası atıldığı zaman 6
yaşındaydı . Öğretmeni ondan sabah ilk derse gelmeyip bir depoda
çalışmasını istediği için okulda değil yerin altında görece korumalı bir
yerdeydi . Bomba atıldıktan sonra ne olduğunu anlamak için dışarı
çıktığında her yerin yandığını gördü. Japonya’da temel mimari malzeme
ahşap olduğu için şehir kağıt gibi yanıyordu . Ikuo Hirayama bombadan
önce de resim yapardı , doğa resimleri , hayvan resimleri , kuş, böcek
resimleri… Bomba atıldıktan sonra aylar süren ateşli hastalığını yenip
ayağa kalkınca sadece çöl resimleri yapabilmekteydi…Hiroşima’dan sonra
kendini barışa adadı.Kaynaklar ABD’nin atom bombasını atmak üzere 3 şehir
üstünde tartıştığını , Kyoto’dan vazgeçerek Hiroşima ve Nagazaki’de
karar kılındığını söyler.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Hiroşima’ya
atom bombasını atması bir “savunma” biçiminden ziyade atom bombasının
etkilerini araştırmayı amaçlayan bir deneydir . Zira 4 ay öncesinde
Hiroşima ve Nagazaki’deki nüfusun kaçırılmaması, şehirden uzaklaşmaması
için şehrin saldırı hava sahasından çıkarılmış olmasını başka şekilde
izah etmek mümkün değil . ABD 3 gün sonra , Japonya ile Pasifik’teki
savaşın etmesini bahane göstererek bu kez geliştirdiği ikinci atom
bombasını atar . Yeni bombanın adı Şişman Adam (Fat man)’dır , bu da
“Küçük Oğlan” a göre daha yok edici bir silah geliştirildiğini
gösteriyor . 9 Ağustosta bomba atılmadan önce şehirdeki 240 bin olan nüfus o yılın sonunda 80 bin
azalır . Fakat bu hikayenin maalesef öncesi de var . Her üretimin nihai
kullanıcıya sunulmadan önce malzeme tedariki ve pilot çalışma veya
testler süreçlerini geçirdiği gibi atom bombasının saldırı amaçlı
atılmasının da gerisinde uzun bir çalışma yatıyor .
O çalışmanın adı Manhattan Projesi . Hitler’in nükleer silahlanma projesi yürüttüğü kaygılarıyla bilim insanlarının uranyum bombası yapmak için uğraş verdiği 1930’lardan bahsediyoruz. ABD Başkanı Truman’ın
önderliğinde başlatılan çalışmada “Şişman Adam” için yapılması gereken
test Los Alamos’ta New Meksiko Çölünde gerçekleştirilir. Tularosa köyü
Trinity adındaki denemenin yapıldığı noktadan sadece 30 kilometre
mesafededir , tarih 16 Temmuz 1945, saat sabah 05:30’dur.
Köyde deprem oldu sanılır parlak ışık görenler olmuştur . Önceden uyarı
almadıkları gibi sonradan da hiç bir yetkili uyarıda bulunmaz .
Köydekiler bombanın atıldığı yere eskisi gibi pikniğe gitmektedir ,
bilmeden oradaki taşı , kumu , hatta radyoaktif atıkları toplamışlardır.
Yıllar içersinde kanser vakaları, ölümler baş gösterir , her ailede
acıyla tecrübe edilmektedir. Bugün Los Alamos da hükümetinden hakkını , geri getiremeyecekleri olsa da acısının tanınmasını istiyor.
Keşke bu kadarla kalsaydı . Yazı uzuyor ama sözkonusu nükleer olunca konunun dallanıp budaklanmaması mümkün değil . 17 yıl önce Hiroşima’ya Kuzey Kutbuna yakın bir noktadan , Kanada’nın
kuzeyinden Deline Köyü’nde yaşayan Kanada yerlileri gelir ve atom
bombası mağdurlarını ziyaret eder . Neden mi ? Atom bombasının diğer bir
ifadeyle uranyum bombasının yapılmasında bilmeden katkıda
bulunmuşlardır , özür dilemek isterler .
“Biz kötü insanlar değiliz,
çalıştığımız maden ocağından çıkarılan uranyumun Hiroşima’da yüzbinlerce
insanı öldüreceğini bilmiyorduk” der, ağıtlar yakarlar.
Çünkü ABD’nin
Hiroşima’ya attığı Uranyum bombasının ham maddesi , hatta bir de radyum,
1942-1960 yılları arasında Deline Köyü yakınındaki Great Bear Gölü kıyısındaki Eldorado’da Port Radyum
maden ocağından bizzat kendileri , akrabaları ya da komşuları eliyle
çıkartılmıştır. İronik olmakla beraber yatırımcılar açısından radyum
kanser tedavisinde kullanıldığı için çok kıymetlidir , “altından
değerli”olarak tanımlanır .
Deline köylüleri ise ne çıkardıklarını
bile bilmeden ve hiç bir güvenlik , koruyucu ekipmanı
kullandırılmadan, sırasında sırtlarında uranyum çuvalını taşımak
suretiyle çalışmışlardır . Deline kabilesinden Kızılderili Sahtular arasında kanser sonucu ölümler baş göstererek Deline köyünün bütün yetişkin erkekleri ölmüş ve köyün adı “Dullar Köyü”
(village of widows) olarak anılmaya başlanmıştır . Maden ocağı ancak
1982 ‘de köylülerin hükümete şikayet ve bildirimleri neticesinde etrafa
daha fazla zarar vermemesi için kapatılmıştır. Belgesele de adını veren
1999 yapımı “Dulların Köyü” filmini buradan izleyebilirsiniz . https://www.youtube.com/watch?v=GSReqj1JX-c
Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasının yanısıra dünyada bir çok ülke tarafından 2061 defa nükleer deneme yapıldı . 1954 yılında Barış için Atom Girişimi
kapsamında nükleer santrallerin kurulmasının önü açılarak uranyum ham
maddesinin çıkarılması ve kullanılması meşrulaştırıldı . Bu gün dünyada Fukuşima nükleer faciasından sonra Japonya’daki 54 nükleer santralin kapatılmasıyla şimdilik sadece 390 santral faaliyet gösterir durumda . Her ne kadar Avrupa’da sessiz sedasız bir nükleerden çıkış yaşanıyorsa da dünyada 500 000
adet atom bombası yetecek kadar uranyum işletiliyor ve kullanılıyor ,
dahası nükleer santrallerin atıkları da yeniden işleme tesislerinde
işlenmek suretiyle atom bombasının ham maddesi haline getirilebiliyor.
Savaş ekonomisinden vazgeçilmeyen dünyada bu yok edici silahlar için
pazar hazırlanıyor.
Bugün Nükleer santrallerin yol açabileceği
kazalardan , ham maddesinden ve atıklarından kurtulmanın tek yolu
nükleer santralleri topyekün reddetmektir. Yenilenebilir enerjilerin
daha ekonomik bile olduğu bir devirde eğer nükleer santrallere
başvuruluyorsa tek motivasyon kaynağı enerji değil nükleer
silahlanmadır.
Pınar Demircan
Bu yazı ilk olarak 06.08.2015 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır.
Bağımsız araştırmacı, akademisyen. Nükleer santrallerin toplumsal, siyasi, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla tartışılmasını amaçlıyor. Bu doğrultuda bilim siyaset toplum, siyasal ekoloji ve politik sosyoloji alanlarında araştırma ve çalışmaları bulunuyor.
hibakuşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hibakuşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Temmuz 2017 Çarşamba
Hiroşima için özür dilemek= Timsah gözyaşları
Amerika Birleşik Devletleri(ABD) Atom bombasını ilk kez 71 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve ikincisini de üç gün sonra 9 Ağustos’ta Nagasaki’ye atarak insanlar üzerinde denedi. Ortaya çıkan yıkıcı güç şehri yakarken toplam 200 binden fazla insanın
en fazla bir kaç gün içinde ölümüne ve nesiller boyunca devam edecek
radyasyon kaynaklı genetik hastalıklara yol açtı. Atom bombasının
yaydığı radyasyonun mağduru olan insanlarla birlikte Japonca “Hibakuşa”
terimi literatüre girdi. Hibakuşalarla evlenilmez, onlara iş
verilmezdi: gün olur aniden ölüp giderler, gün olur bakıma muhtaç
kalırlardı. Hem kendileri hem doğuracakları çocukları hastalıklarla
boğuşmaya mahkumlardı, korkunç görünümlü hastalığın bulaşıcı olduğundan
bile korkuldu. Değil salt Hibakuşalarla, Hiroşima ve Nagasaki
şehirleriyle de ilişkiler değişmişti.
Atom bombasıyla yayılan radyasyonun etkilerinin araştırılması için Dönemin Başkanı Truman’ın emriyle çalışmalar başladı. Kasım 1946’da Atom Enerjisi Ajansı(AEA)’nın desteğiyle Atom Bombası Durum Komisyonu (ABCC) Hiroşima ve Nagasaki’de kuruldu. Bu çalışmalar tedavi amaçlı değil radyasyonun etkilerini anlamak üzerineydi. ABCC tarafından yürütülen en önemli çalışmalar genetik rahatsızlıklar üzerine oldu, özellikle hamile kadınlarda ve anne karnındaki bebeklerde ionize radyasyonun etkilerine odaklanıldı ve bomba ile yayılan radyasyonun çocuklarda mental hastalıklara yol açtığı tespit edildi. 1957’de Japonya hükümeti Atom bombası mağdurlarının yılda iki defa tıbbi testlere tabi tutulmasını yasalaştırdı.[1]
Radyasyonun etkilerinin tespit edilmesi için Japon evlerinin maketlerinin kurulduğu Nevada Çölü’nde nükleer test yapıldı. Bu testler aynı zamanda dahili radyasyonu da ölçen dozimetri testleriydi. Bu testlerin sonucunda göre Hibakuşalar almış olabilecekleri radyasyona göre sınıflandırıldı. Araştırmalar, Atom bombasının atıldığı an itibariyle 2 hafta boyunca 2 kilometre içinde olanlarla yıllar boyunca onların çocukları üzerinde uygulandı. 1975 yılında ABCC genetik araştırmaları derinleştirmek üzere Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya tarafından ortak oluşturulan Radyasyon Etkileri Araştırma Kurumu(RERF) adını aldı. Araştırmalarda radyasyon etkisine maruz kalmadığı düşünülen bir kontrol grubu kullanıldı. 1983 yılında Bremen Universitesi’nden Dr Inge Schmitz-Feuerhake‘nin RERF grupları üzerinde radyasyon kaynaklı ölüm ve hastalık oranlarını anlamak için karşılaştırmalı bir çalışma yapmasıyla ilk kez bilimsel olarak düşük doz maruziyete uğrayanların da önemli düzeyde kalıcı radyasyon mağduru olduğu ispatlandı.
Araştırmalara konu olan Hibakuşaların radyasyona ne ölçüde maruz kaldıklarını bilmek haklarıydı, kurumdan rapor talep edebiliyor mağduriyetler için dava açılabiliyordu. 1990’dan sonra ise davaların kazanılmasına engel olarak “radyasyon hastası olmaya eğilimli” kriteri getirildi, hatta kazanılan davalar bile bu gerekçe öne sürülerek geri alındı. Dava açılsa da davanın kazanılma olasılığı yoktu. 2003 yılında ise raporların verilmesine ret cevabı alınmaya başlandı, sonuçta 17 ayrı eyalette toplam 306 dava açıldı. 2007’de ise Japon hükümeti “hastalık eğilimi” kriterini kaldırdı ve yeni kriteri “uzaktan maruziyet ve başlangıç düzeyi”tayin etti. Bu tarihten sonra kazanılan davalar olsa da Sağlık Bakanlığının ve Çalışma Bakanlığının radyasyon maruziyetini küçümseme eğilimi başladı. [2]
2011 yılında Fukuşima nükleer felaketi yaşandığında bu tavır kendini gösterecek, radyasyona maruziyet (yokmuş gibi!) küçümsenecekti. Nitekim Dr Yamashita[3] adında bir bilim insanı aynı Türkiye’de Çernobil felaketinin etkileri hissedilirken Dönemin Sağlık Bakanı Cahit Aral’ın “Biraz radyasyon iyidir” demiş olduğu gibi “olumlu düşünürseniz radyasyon size bir şey yapmaz”, “gülümserseniz radyasyondan zarar görmezsiniz” hatta “yılda 100 mSV’e kadar sorun olmaz” gibi şeklinde beyanatlarda bulunabilmişti*.
Hükümete ve hükümetin tayin ettiği şekilde davranan “bilim insanları” tarafından, mevkii ve makamlarını insan hayatından çok önmeseyenler tarafından kandırılmamak ve onlara teslim olmamak için bugün bilim insanları ve yurttaşlar bir arada, işbirliği içinde kurulan gönüllü merkezlerde ölçümler yapmak zorunda. Diğer taraftan Japon hükümeti bugün Fukuşima nükleer felaketinden sonra çalıştırılabilir durumda olmasına rağmen güvenlik standartlarını sağlamadığı için çoğu Nisan 2011’den beri devre dışı bulunan 43 nükleer reaktörlerden üçüncüsünü devreye alma hazırlığı içerisinde. Dünyada ise halihazırda Japonya’daki reaktörlerin devre dışı olduğu haliyle toplam 390 civarında reaktör devrede. Hükümetin diğer bir icraatı ise nükleer felaketin mağdurlarına hak ettikleri tazminatı ödememek için terk edilen bölgede radyasyon kalmadığını ilan etmek ve yaklaşık 200 bin insanın evlerine dönmelerini sağlamaya çalışmak. Lakin çocuklar olmadan ebeveynler evlerine geri dönmeyeceği için çocukların bağışıklık seviyesi yetişkinlere göre daha düşükse de yılda katlanılabilir radyasyon oranı onlar için de yine 20 mSv olarak açıklanıyor.
Yazının başına dönersek, Hiroşima’nın 71 .yıl dönümü ve Hiroşima faciasının tanıklığını yapanlardan hayatta kalanlar sayıca azaldı, bu aynı zamanda Hiroşima’nın hafızasının yaşlanması anlamına da geliyor, acaba öyle mi? Realite açısından evet, vahşi bombalamanın efsanevi anlatımı video kayıtlarında kalabilir yalnızca. Fakat nesiller boyu yaşananlara bakarsak nükleer kaza halinde benzerlik çok: Atom bombası ile başlayan radyasyon maruziyeti kaynaklı hastalıklar Fukuşima nükleer kazası mağdurlarında da görülüyor. Örneğin en yüksek dozda harici hatta dahili maruziyet halinde olan Fukuşima nükleer santrali çalışanlarının kümülatif olarak 50 mSV radyasyon alması halinde işten çıkarılması gereği yüzbinlerce işçi üzerinde RERF tarafından tespit amaçlı ölçümler yapılıyor. Kaldı ki bir nükleer santralde kaza olmasa bile santralin yakınında yaşayanlarda görülen düşük doz radyasyonun bile kansere yol açtığı bugün artık biliniyor.
Radyoaktif gerçeklikler böyleyken Mayıs ayı sonunda Hiroşima’nın 71. Yıl dönümünü Anma törenine katılan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama, Hiroşima için “özür” lerini sunacaktı, öyle gibi de oldu, elbette politik biçimde! “Hiroşima ile yaşanan hataların tekrar etmemesi” dilekleriyle Japonya’da nükleer santrallerin bir an önce devreye girmesine uğraşan Başbakanı Abe ile birlikte dünya kamuoyuna seslenildi.
Timsah gözyaşları…
Fukuşima nükleer santralinin patlamasıyla atmosferde açığa çıkan radyasyonun Hiroşima’ya atılan atom bombası ile yayılan radyasyonun 168 katı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış durumdayken, potansiyel Çernobil’ler, Fukuşimalar sırasını beklerken, 1955 yılından beri ABD tarafından”Barış için Atom girişimi” [4] ile başlayan santral kurma furyasıyla dünyanın başına nükleer çorap örülmüşken, 40 yaşına gelen nükleer santrallerin ömrü politik güç için 10 bilemediniz 20 yıl daha uzatılarak tehlikeye adım adım yaklaşılırken, atom bombası mağdurlarıyla nükleer santral mağdurları radyasyon kaynaklı hastalıklarla çaresizce mücadele ederken ve hiç bir destek programı sunulmazken, dünyadaki savaş hali hiç bir zaman bitirilmezken hatta el altından desteklenirken, savaş üzerinden paraca zenginleşenler varken, silah hala “güç” demekken aynı hatanın tekrar edilmemesini dilemek, pişman rolüne soyunmak olsa olsa timsah gözyaşları akıtmaktır. Daha çaresiz durumda olanlar ise, içten olmayan bu sözleri verenlere safça inanlardır. Çünkü Hiroşima nükleer savaşın veya nükleer silahların kullanılmasının sembolik ve teorik örneği ise nükleer santraller de pratikte potansiyel birer Hiroşima’dır!
Bu yazı ilk olarak 06.08.2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır .
Atom bombasıyla yayılan radyasyonun etkilerinin araştırılması için Dönemin Başkanı Truman’ın emriyle çalışmalar başladı. Kasım 1946’da Atom Enerjisi Ajansı(AEA)’nın desteğiyle Atom Bombası Durum Komisyonu (ABCC) Hiroşima ve Nagasaki’de kuruldu. Bu çalışmalar tedavi amaçlı değil radyasyonun etkilerini anlamak üzerineydi. ABCC tarafından yürütülen en önemli çalışmalar genetik rahatsızlıklar üzerine oldu, özellikle hamile kadınlarda ve anne karnındaki bebeklerde ionize radyasyonun etkilerine odaklanıldı ve bomba ile yayılan radyasyonun çocuklarda mental hastalıklara yol açtığı tespit edildi. 1957’de Japonya hükümeti Atom bombası mağdurlarının yılda iki defa tıbbi testlere tabi tutulmasını yasalaştırdı.[1]
Radyasyonun etkilerinin tespit edilmesi için Japon evlerinin maketlerinin kurulduğu Nevada Çölü’nde nükleer test yapıldı. Bu testler aynı zamanda dahili radyasyonu da ölçen dozimetri testleriydi. Bu testlerin sonucunda göre Hibakuşalar almış olabilecekleri radyasyona göre sınıflandırıldı. Araştırmalar, Atom bombasının atıldığı an itibariyle 2 hafta boyunca 2 kilometre içinde olanlarla yıllar boyunca onların çocukları üzerinde uygulandı. 1975 yılında ABCC genetik araştırmaları derinleştirmek üzere Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya tarafından ortak oluşturulan Radyasyon Etkileri Araştırma Kurumu(RERF) adını aldı. Araştırmalarda radyasyon etkisine maruz kalmadığı düşünülen bir kontrol grubu kullanıldı. 1983 yılında Bremen Universitesi’nden Dr Inge Schmitz-Feuerhake‘nin RERF grupları üzerinde radyasyon kaynaklı ölüm ve hastalık oranlarını anlamak için karşılaştırmalı bir çalışma yapmasıyla ilk kez bilimsel olarak düşük doz maruziyete uğrayanların da önemli düzeyde kalıcı radyasyon mağduru olduğu ispatlandı.
Araştırmalara konu olan Hibakuşaların radyasyona ne ölçüde maruz kaldıklarını bilmek haklarıydı, kurumdan rapor talep edebiliyor mağduriyetler için dava açılabiliyordu. 1990’dan sonra ise davaların kazanılmasına engel olarak “radyasyon hastası olmaya eğilimli” kriteri getirildi, hatta kazanılan davalar bile bu gerekçe öne sürülerek geri alındı. Dava açılsa da davanın kazanılma olasılığı yoktu. 2003 yılında ise raporların verilmesine ret cevabı alınmaya başlandı, sonuçta 17 ayrı eyalette toplam 306 dava açıldı. 2007’de ise Japon hükümeti “hastalık eğilimi” kriterini kaldırdı ve yeni kriteri “uzaktan maruziyet ve başlangıç düzeyi”tayin etti. Bu tarihten sonra kazanılan davalar olsa da Sağlık Bakanlığının ve Çalışma Bakanlığının radyasyon maruziyetini küçümseme eğilimi başladı. [2]
2011 yılında Fukuşima nükleer felaketi yaşandığında bu tavır kendini gösterecek, radyasyona maruziyet (yokmuş gibi!) küçümsenecekti. Nitekim Dr Yamashita[3] adında bir bilim insanı aynı Türkiye’de Çernobil felaketinin etkileri hissedilirken Dönemin Sağlık Bakanı Cahit Aral’ın “Biraz radyasyon iyidir” demiş olduğu gibi “olumlu düşünürseniz radyasyon size bir şey yapmaz”, “gülümserseniz radyasyondan zarar görmezsiniz” hatta “yılda 100 mSV’e kadar sorun olmaz” gibi şeklinde beyanatlarda bulunabilmişti*.
Hükümete ve hükümetin tayin ettiği şekilde davranan “bilim insanları” tarafından, mevkii ve makamlarını insan hayatından çok önmeseyenler tarafından kandırılmamak ve onlara teslim olmamak için bugün bilim insanları ve yurttaşlar bir arada, işbirliği içinde kurulan gönüllü merkezlerde ölçümler yapmak zorunda. Diğer taraftan Japon hükümeti bugün Fukuşima nükleer felaketinden sonra çalıştırılabilir durumda olmasına rağmen güvenlik standartlarını sağlamadığı için çoğu Nisan 2011’den beri devre dışı bulunan 43 nükleer reaktörlerden üçüncüsünü devreye alma hazırlığı içerisinde. Dünyada ise halihazırda Japonya’daki reaktörlerin devre dışı olduğu haliyle toplam 390 civarında reaktör devrede. Hükümetin diğer bir icraatı ise nükleer felaketin mağdurlarına hak ettikleri tazminatı ödememek için terk edilen bölgede radyasyon kalmadığını ilan etmek ve yaklaşık 200 bin insanın evlerine dönmelerini sağlamaya çalışmak. Lakin çocuklar olmadan ebeveynler evlerine geri dönmeyeceği için çocukların bağışıklık seviyesi yetişkinlere göre daha düşükse de yılda katlanılabilir radyasyon oranı onlar için de yine 20 mSv olarak açıklanıyor.
Yazının başına dönersek, Hiroşima’nın 71 .yıl dönümü ve Hiroşima faciasının tanıklığını yapanlardan hayatta kalanlar sayıca azaldı, bu aynı zamanda Hiroşima’nın hafızasının yaşlanması anlamına da geliyor, acaba öyle mi? Realite açısından evet, vahşi bombalamanın efsanevi anlatımı video kayıtlarında kalabilir yalnızca. Fakat nesiller boyu yaşananlara bakarsak nükleer kaza halinde benzerlik çok: Atom bombası ile başlayan radyasyon maruziyeti kaynaklı hastalıklar Fukuşima nükleer kazası mağdurlarında da görülüyor. Örneğin en yüksek dozda harici hatta dahili maruziyet halinde olan Fukuşima nükleer santrali çalışanlarının kümülatif olarak 50 mSV radyasyon alması halinde işten çıkarılması gereği yüzbinlerce işçi üzerinde RERF tarafından tespit amaçlı ölçümler yapılıyor. Kaldı ki bir nükleer santralde kaza olmasa bile santralin yakınında yaşayanlarda görülen düşük doz radyasyonun bile kansere yol açtığı bugün artık biliniyor.
Radyoaktif gerçeklikler böyleyken Mayıs ayı sonunda Hiroşima’nın 71. Yıl dönümünü Anma törenine katılan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama, Hiroşima için “özür” lerini sunacaktı, öyle gibi de oldu, elbette politik biçimde! “Hiroşima ile yaşanan hataların tekrar etmemesi” dilekleriyle Japonya’da nükleer santrallerin bir an önce devreye girmesine uğraşan Başbakanı Abe ile birlikte dünya kamuoyuna seslenildi.
Timsah gözyaşları…
Fukuşima nükleer santralinin patlamasıyla atmosferde açığa çıkan radyasyonun Hiroşima’ya atılan atom bombası ile yayılan radyasyonun 168 katı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış durumdayken, potansiyel Çernobil’ler, Fukuşimalar sırasını beklerken, 1955 yılından beri ABD tarafından”Barış için Atom girişimi” [4] ile başlayan santral kurma furyasıyla dünyanın başına nükleer çorap örülmüşken, 40 yaşına gelen nükleer santrallerin ömrü politik güç için 10 bilemediniz 20 yıl daha uzatılarak tehlikeye adım adım yaklaşılırken, atom bombası mağdurlarıyla nükleer santral mağdurları radyasyon kaynaklı hastalıklarla çaresizce mücadele ederken ve hiç bir destek programı sunulmazken, dünyadaki savaş hali hiç bir zaman bitirilmezken hatta el altından desteklenirken, savaş üzerinden paraca zenginleşenler varken, silah hala “güç” demekken aynı hatanın tekrar edilmemesini dilemek, pişman rolüne soyunmak olsa olsa timsah gözyaşları akıtmaktır. Daha çaresiz durumda olanlar ise, içten olmayan bu sözleri verenlere safça inanlardır. Çünkü Hiroşima nükleer savaşın veya nükleer silahların kullanılmasının sembolik ve teorik örneği ise nükleer santraller de pratikte potansiyel birer Hiroşima’dır!
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Atomic_Bomb_Casualty_Commission
[2] Sawada, S. Scientists and Research on the Effects of Radiation Exposure: From Hiroshima to Fukushima,The Asia pacific Journal
* IAEA tarafından yılda alınabilecek radyasyon 1 mSv. Bugün bu oran insanların Fukuşima’ya geri dönmesi için 20 mSv’e yine hükümet tarafından çıkartılmıştır. Oys 1mSv radyasyon maruziyetinin bile 500 hücrede bozukluk yaratarak tüm vücutta iyonizasyona uğratabilir.
[3]Dr Yamashita Nagasaki Universitesi’nde Atom Bombası Hastalıkları Enstitüsünde profesördü ve Radyasyon risk danışmanı olarak Fukuşima’ya gönderilmişti, aynı zamanda Fukuşima Üniversitesi Tıp Fakültesi Başkan yardımcısıydı.
[4] https://en.wikipedia.org/wiki/Atoms_for_Peace
Pınar DemircanBu yazı ilk olarak 06.08.2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır .
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık
Refik Durbaş ’ın “Çırak aranıyor” adlı şiirinin [1] “ Gurbet ne yana düşer usta/sıla ne yana/ Hasret hep bana/ bana mı düşer usta? diz...

-
Refik Durbaş ’ın “Çırak aranıyor” adlı şiirinin [1] “ Gurbet ne yana düşer usta/sıla ne yana/ Hasret hep bana/ bana mı düşer usta? diz...
-
Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen COP toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...
-
Sınıraşan etkileri haiz nükleer tehlike nedeniyle 'başkaları' için de kaygılanmak Espoo Sözleşmesi’yle aralanacak kapıdan komşu ül...