hibakuşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hibakuşa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Hiroşima’nın anısına “Dulların Köyü”nden ağıt

6 Ağustos 2015 , 70 yıl önce bugün saat 08:15’te , Amerika Birleşik Devletleri (ABD ),  saldırı amaçlı ilk atom bombasını Japonya’nın Hiroşima kentine attı . Bombanın adı Küçük Oğlan (Little Boy)’dı. Bombanın atılması için şehrin uyanması beklendi: ocaklar yanmalıydı ki “Küçük Oğlan” daha fazla yaramazlık yapabilsin  . Bombanın isminden yaratılması arzulanmış olan kıyametin büyüklüğü tahmin edilebiliyor. Nitekim izleyen günlerde bombanın etkileri Hiroşima’ya akın eden Amerikalı bilim insanı ve araştırmacılar tarafından şöyle kayıtlara geçecekti: Bombanın düştüğü yerden 3 kilometre çaplı bir daire içerisinde oluşan yüksek ısı, parlak ışık, alev rüzgarı …Hiroşima’nın nüfusu bomba atılmadan saniyeler öncesinde 340 bindi , bombanın atılmasından 10 saniye sonra ise nüfus 140 bin azaldı. Hiroşima’da yaşananlar tecrübe edenler tarafından “Bana cehennemi sorarsanız , biz o gün onu yaşadık” şeklinde tarif ediliyor . Parlak ışık aşırı sıcak insanların derilerini giysilerine yapıştırır , her birini balmumundan yapılmışçasına eritir. Bir tanık, gözünü elinde taşıyan bir adam gördüğünü söyler , insanlar bilinçsizce sadece yürüyordur . Hiroşima o an bir hortlaklar kenti gibidir.


Hiroşima’yı anlatan çizgifilmler, belgeseller bu konuda hayal gücümüzü zorlamayı gerektirmiyor . Japon Ressam ve Barış Aktivisti Ikuo Hirayama Hiroşima’ya atom bombası atıldığı zaman 6 yaşındaydı . Öğretmeni ondan sabah ilk derse gelmeyip bir depoda çalışmasını istediği için okulda değil yerin altında görece korumalı bir yerdeydi . Bomba atıldıktan sonra ne olduğunu anlamak için dışarı çıktığında her yerin yandığını gördü. Japonya’da temel mimari malzeme ahşap olduğu için şehir kağıt gibi yanıyordu . Ikuo Hirayama bombadan önce de resim yapardı , doğa resimleri , hayvan resimleri , kuş, böcek resimleri… Bomba atıldıktan sonra aylar süren ateşli hastalığını yenip ayağa kalkınca sadece çöl resimleri yapabilmekteydi…Hiroşima’dan sonra kendini barışa adadı.Kaynaklar ABD’nin atom bombasını atmak üzere 3 şehir üstünde tartıştığını , Kyoto’dan vazgeçerek Hiroşima ve Nagazaki’de karar kılındığını söyler.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Hiroşima’ya atom bombasını atması bir “savunma” biçiminden ziyade atom bombasının etkilerini araştırmayı amaçlayan bir deneydir . Zira 4 ay öncesinde Hiroşima ve Nagazaki’deki nüfusun kaçırılmaması, şehirden uzaklaşmaması için şehrin saldırı hava sahasından çıkarılmış olmasını başka şekilde izah etmek mümkün değil . ABD 3 gün sonra , Japonya ile Pasifik’teki savaşın etmesini bahane göstererek bu kez geliştirdiği ikinci atom bombasını atar . Yeni bombanın adı Şişman Adam (Fat man)’dır , bu da “Küçük Oğlan” a göre daha yok edici bir silah geliştirildiğini gösteriyor . 9 Ağustosta bomba atılmadan önce şehirdeki 240 bin olan nüfus o yılın sonunda 80 bin azalır . Fakat bu hikayenin maalesef öncesi de var . Her üretimin nihai kullanıcıya sunulmadan önce malzeme tedariki ve pilot çalışma veya testler süreçlerini geçirdiği gibi atom bombasının saldırı amaçlı atılmasının da gerisinde uzun bir çalışma yatıyor .

 O çalışmanın adı Manhattan Projesi . Hitler’in nükleer silahlanma projesi yürüttüğü kaygılarıyla bilim insanlarının uranyum bombası yapmak için uğraş verdiği 1930’lardan bahsediyoruz. ABD Başkanı Truman’ın önderliğinde başlatılan çalışmada “Şişman Adam” için yapılması gereken test Los Alamos’ta New Meksiko Çölünde gerçekleştirilir. Tularosa köyü Trinity adındaki denemenin yapıldığı noktadan sadece 30 kilometre mesafededir , tarih 16 Temmuz 1945, saat sabah 05:30’dur. Köyde deprem oldu sanılır parlak ışık görenler olmuştur . Önceden uyarı almadıkları gibi sonradan da hiç bir yetkili uyarıda bulunmaz . Köydekiler bombanın atıldığı yere eskisi gibi pikniğe gitmektedir , bilmeden oradaki taşı , kumu , hatta radyoaktif atıkları toplamışlardır. Yıllar içersinde kanser vakaları, ölümler baş gösterir , her ailede acıyla tecrübe edilmektedir. Bugün Los Alamos da hükümetinden hakkını , geri getiremeyecekleri olsa da acısının tanınmasını istiyor.

Keşke bu kadarla kalsaydı . Yazı uzuyor ama sözkonusu nükleer olunca konunun dallanıp budaklanmaması mümkün değil . 17 yıl önce Hiroşima’ya Kuzey Kutbuna yakın bir noktadan , Kanada’nın kuzeyinden Deline Köyü’nde yaşayan Kanada yerlileri gelir ve atom bombası mağdurlarını ziyaret eder . Neden mi ? Atom bombasının diğer bir ifadeyle uranyum bombasının yapılmasında bilmeden katkıda bulunmuşlardır , özür dilemek isterler .

 “Biz kötü insanlar değiliz, çalıştığımız maden ocağından çıkarılan uranyumun Hiroşima’da yüzbinlerce insanı öldüreceğini bilmiyorduk” der, ağıtlar yakarlar.

Çünkü ABD’nin Hiroşima’ya attığı Uranyum bombasının ham maddesi , hatta bir de radyum, 1942-1960 yılları arasında Deline Köyü yakınındaki Great Bear Gölü kıyısındaki Eldorado’da Port Radyum maden ocağından bizzat kendileri , akrabaları ya da komşuları eliyle çıkartılmıştır. İronik olmakla beraber yatırımcılar açısından radyum kanser tedavisinde kullanıldığı için çok kıymetlidir , “altından değerli”olarak tanımlanır . 

Deline köylüleri ise ne çıkardıklarını bile bilmeden ve hiç bir güvenlik , koruyucu   ekipmanı kullandırılmadan, sırasında sırtlarında uranyum çuvalını taşımak suretiyle çalışmışlardır . Deline kabilesinden Kızılderili Sahtular arasında kanser sonucu ölümler baş göstererek Deline köyünün bütün yetişkin erkekleri ölmüş ve köyün adı “Dullar Köyü” (village of widows) olarak anılmaya başlanmıştır . Maden ocağı ancak 1982 ‘de köylülerin hükümete şikayet ve bildirimleri neticesinde etrafa daha fazla zarar vermemesi için kapatılmıştır. Belgesele de adını veren 1999 yapımı “Dulların Köyü” filmini buradan izleyebilirsiniz . https://www.youtube.com/watch?v=GSReqj1JX-c

Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasının yanısıra dünyada bir çok ülke tarafından 2061 defa nükleer deneme yapıldı . 1954 yılında Barış için Atom Girişimi kapsamında nükleer santrallerin kurulmasının önü açılarak uranyum ham maddesinin çıkarılması ve kullanılması meşrulaştırıldı . Bu gün dünyada Fukuşima nükleer faciasından sonra Japonya’daki 54 nükleer santralin kapatılmasıyla şimdilik sadece 390 santral faaliyet gösterir durumda . Her ne kadar Avrupa’da sessiz sedasız bir nükleerden çıkış yaşanıyorsa da dünyada 500 000 adet atom bombası yetecek kadar uranyum işletiliyor ve kullanılıyor , dahası nükleer santrallerin atıkları da yeniden işleme tesislerinde işlenmek suretiyle atom bombasının ham maddesi haline getirilebiliyor. Savaş ekonomisinden vazgeçilmeyen dünyada bu yok edici silahlar için pazar hazırlanıyor.

Bugün Nükleer santrallerin yol açabileceği kazalardan , ham maddesinden ve atıklarından kurtulmanın tek yolu nükleer santralleri topyekün reddetmektir. Yenilenebilir enerjilerin daha ekonomik bile olduğu bir devirde eğer nükleer santrallere başvuruluyorsa tek motivasyon kaynağı enerji değil nükleer silahlanmadır.

Pınar Demircan

Bu yazı ilk olarak 06.08.2015 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır. 

Hiroşima için özür dilemek= Timsah gözyaşları

Amerika Birleşik Devletleri(ABD) Atom bombasını ilk kez 71 yıl önce, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve ikincisini de üç gün sonra  9 Ağustos’ta Nagasaki’ye atarak  insanlar üzerinde denedi. Ortaya çıkan yıkıcı güç şehri yakarken  toplam 200 binden fazla insanın en fazla bir kaç gün içinde ölümüne ve nesiller boyunca devam edecek radyasyon kaynaklı genetik hastalıklara yol açtı. Atom bombasının yaydığı radyasyonun mağduru olan insanlarla birlikte Japonca “Hibakuşa” terimi literatüre girdi. Hibakuşalarla evlenilmez, onlara iş verilmezdi: gün olur aniden ölüp giderler, gün olur bakıma muhtaç kalırlardı. Hem kendileri hem doğuracakları çocukları  hastalıklarla boğuşmaya mahkumlardı, korkunç görünümlü hastalığın bulaşıcı olduğundan bile korkuldu. Değil salt Hibakuşalarla, Hiroşima ve Nagasaki şehirleriyle de ilişkiler değişmişti.


 Atom bombasıyla yayılan radyasyonun etkilerinin  araştırılması için Dönemin Başkanı Truman’ın emriyle çalışmalar  başladı. Kasım 1946’da Atom Enerjisi Ajansı(AEA)’nın desteğiyle Atom Bombası Durum Komisyonu (ABCC) Hiroşima ve Nagasaki’de kuruldu. Bu çalışmalar tedavi amaçlı değil radyasyonun etkilerini anlamak üzerineydi. ABCC tarafından yürütülen en önemli çalışmalar genetik rahatsızlıklar üzerine oldu, özellikle hamile kadınlarda ve anne karnındaki bebeklerde ionize radyasyonun etkilerine odaklanıldı ve bomba ile yayılan radyasyonun çocuklarda mental hastalıklara yol açtığı tespit edildi. 1957’de Japonya hükümeti Atom bombası mağdurlarının yılda iki defa tıbbi testlere tabi tutulmasını yasalaştırdı.[1]


Radyasyonun etkilerinin tespit edilmesi için Japon evlerinin maketlerinin kurulduğu Nevada Çölü’nde nükleer test yapıldı. Bu testler aynı zamanda dahili radyasyonu da ölçen dozimetri testleriydi. Bu testlerin sonucunda göre Hibakuşalar almış olabilecekleri radyasyona göre sınıflandırıldı. Araştırmalar,  Atom bombasının atıldığı an itibariyle 2 hafta boyunca 2 kilometre içinde olanlarla yıllar boyunca onların çocukları üzerinde uygulandı. 1975 yılında ABCC genetik araştırmaları derinleştirmek üzere  Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya tarafından ortak oluşturulan Radyasyon Etkileri Araştırma Kurumu(RERF) adını aldı. Araştırmalarda radyasyon etkisine maruz kalmadığı düşünülen bir kontrol grubu kullanıldı. 1983 yılında Bremen Universitesi’nden Dr Inge Schmitz-Feuerhake‘nin RERF grupları üzerinde radyasyon kaynaklı ölüm ve hastalık oranlarını anlamak için karşılaştırmalı bir çalışma yapmasıyla  ilk kez bilimsel olarak düşük doz maruziyete uğrayanların  da önemli düzeyde kalıcı radyasyon mağduru olduğu ispatlandı.
Araştırmalara konu olan Hibakuşaların radyasyona ne ölçüde maruz kaldıklarını bilmek haklarıydı, kurumdan rapor talep edebiliyor mağduriyetler için dava  açılabiliyordu.  1990’dan sonra ise davaların kazanılmasına engel olarak    “radyasyon hastası olmaya eğilimli” kriteri getirildi, hatta kazanılan davalar bile bu gerekçe öne sürülerek  geri alındı. Dava açılsa da davanın kazanılma olasılığı yoktu. 2003 yılında ise raporların verilmesine ret cevabı alınmaya başlandı, sonuçta 17 ayrı eyalette toplam 306 dava açıldı.  2007’de ise Japon hükümeti  “hastalık eğilimi” kriterini kaldırdı ve yeni kriteri “uzaktan maruziyet ve başlangıç düzeyi”tayin etti. Bu tarihten sonra kazanılan davalar olsa da Sağlık Bakanlığının ve Çalışma Bakanlığının radyasyon maruziyetini küçümseme eğilimi başladı. [2] 
2011 yılında Fukuşima nükleer felaketi yaşandığında bu tavır kendini gösterecek, radyasyona maruziyet (yokmuş gibi!) küçümsenecekti.  Nitekim Dr Yamashita[3] adında bir bilim insanı aynı  Türkiye’de Çernobil felaketinin etkileri hissedilirken Dönemin Sağlık Bakanı Cahit Aral’ın “Biraz radyasyon iyidir” demiş olduğu gibi “olumlu düşünürseniz radyasyon size bir şey yapmaz”, “gülümserseniz radyasyondan zarar görmezsiniz” hatta “yılda 100 mSV’e kadar sorun olmaz” gibi şeklinde beyanatlarda bulunabilmişti*.
Hükümete ve hükümetin tayin ettiği şekilde davranan “bilim insanları” tarafından, mevkii ve makamlarını insan hayatından çok önmeseyenler tarafından kandırılmamak ve onlara teslim olmamak  için bugün bilim insanları ve yurttaşlar bir arada, işbirliği içinde kurulan gönüllü merkezlerde ölçümler yapmak zorunda. Diğer taraftan  Japon hükümeti bugün Fukuşima nükleer felaketinden sonra çalıştırılabilir durumda olmasına rağmen güvenlik standartlarını sağlamadığı için çoğu Nisan 2011’den beri devre dışı bulunan  43 nükleer reaktörlerden üçüncüsünü devreye alma hazırlığı içerisinde.  Dünyada ise halihazırda Japonya’daki reaktörlerin devre dışı olduğu haliyle toplam 390 civarında  reaktör devrede. Hükümetin diğer bir icraatı ise nükleer felaketin mağdurlarına hak ettikleri tazminatı ödememek için terk edilen bölgede radyasyon kalmadığını ilan etmek ve yaklaşık 200 bin insanın evlerine dönmelerini sağlamaya çalışmak. Lakin çocuklar olmadan ebeveynler evlerine geri dönmeyeceği için çocukların bağışıklık seviyesi yetişkinlere göre daha düşükse de yılda katlanılabilir radyasyon oranı onlar için de  yine 20 mSv olarak açıklanıyor.
Yazının başına dönersek, Hiroşima’nın 71 .yıl dönümü ve Hiroşima faciasının tanıklığını yapanlardan hayatta kalanlar sayıca azaldı,  bu aynı zamanda Hiroşima’nın hafızasının yaşlanması anlamına da geliyor, acaba öyle mi?  Realite açısından evet, vahşi bombalamanın efsanevi anlatımı video kayıtlarında kalabilir yalnızca. Fakat nesiller boyu yaşananlara bakarsak nükleer kaza halinde benzerlik çok: Atom bombası ile başlayan radyasyon maruziyeti  kaynaklı hastalıklar  Fukuşima nükleer kazası mağdurlarında da görülüyor. Örneğin en yüksek dozda harici hatta dahili maruziyet halinde olan Fukuşima nükleer santrali çalışanlarının  kümülatif olarak 50 mSV radyasyon alması halinde işten çıkarılması gereği yüzbinlerce işçi üzerinde RERF tarafından tespit amaçlı ölçümler yapılıyor. Kaldı ki bir nükleer santralde kaza olmasa bile santralin yakınında yaşayanlarda görülen düşük doz radyasyonun bile  kansere yol açtığı bugün artık biliniyor.
Radyoaktif gerçeklikler böyleyken Mayıs ayı sonunda Hiroşima’nın 71. Yıl dönümünü Anma törenine katılan  Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama, Hiroşima için “özür” lerini sunacaktı,  öyle gibi de oldu, elbette politik biçimde! “Hiroşima ile yaşanan hataların tekrar etmemesi” dilekleriyle Japonya’da nükleer santrallerin bir an önce devreye girmesine uğraşan  Başbakanı Abe ile birlikte dünya kamuoyuna seslenildi.



Timsah gözyaşları…
Fukuşima nükleer santralinin patlamasıyla  atmosferde açığa çıkan radyasyonun Hiroşima’ya atılan atom bombası ile yayılan radyasyonun 168 katı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış durumdayken, potansiyel Çernobil’ler, Fukuşimalar sırasını beklerken, 1955 yılından beri ABD tarafından”Barış için Atom girişimi[4] ile başlayan santral kurma furyasıyla dünyanın başına nükleer çorap örülmüşken, 40 yaşına gelen nükleer santrallerin ömrü politik güç için 10 bilemediniz 20 yıl daha uzatılarak tehlikeye adım adım yaklaşılırken, atom bombası mağdurlarıyla nükleer santral mağdurları radyasyon kaynaklı hastalıklarla çaresizce mücadele ederken ve hiç bir destek programı sunulmazken, dünyadaki savaş hali hiç bir zaman bitirilmezken hatta el altından desteklenirken, savaş üzerinden paraca zenginleşenler varken, silah hala “güç” demekken aynı hatanın tekrar edilmemesini dilemek, pişman rolüne soyunmak olsa olsa timsah gözyaşları akıtmaktır. Daha çaresiz durumda olanlar ise, içten olmayan bu sözleri verenlere safça inanlardır.  Çünkü Hiroşima nükleer savaşın veya nükleer silahların kullanılmasının sembolik ve teorik örneği ise  nükleer santraller de pratikte potansiyel birer Hiroşima’dır!
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Atomic_Bomb_Casualty_Commission
[2] Sawada, S. Scientists and Research on the Effects of Radiation Exposure: From Hiroshima to Fukushima,The Asia pacific Journal
* IAEA tarafından yılda alınabilecek radyasyon 1 mSv. Bugün bu oran insanların Fukuşima’ya geri dönmesi için 20 mSv’e yine hükümet tarafından çıkartılmıştır. Oys 1mSv radyasyon maruziyetinin bile  500 hücrede bozukluk yaratarak tüm vücutta iyonizasyona uğratabilir.
[3]Dr Yamashita Nagasaki Universitesi’nde Atom Bombası Hastalıkları Enstitüsünde profesördü ve Radyasyon risk danışmanı olarak Fukuşima’ya gönderilmişti, aynı zamanda Fukuşima Üniversitesi Tıp Fakültesi Başkan yardımcısıydı.
[4] https://en.wikipedia.org/wiki/Atoms_for_Peace
Pınar Demircan

Bu yazı ilk olarak 06.08.2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır .

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

  Refik Durbaş ’ın “Çırak aranıyor” adlı şiirinin [1]   “ Gurbet ne yana düşer usta/sıla ne yana/ Hasret hep bana/ bana mı düşer usta?   diz...