22 Kasım 2014 Cumartesi

Profesör ve Hizmetçi – Yoko Ogawa

Burada ne adınızın ne soyadınızın önemi var, siz sadece rakamlardan ibaretsiniz, aşağıdaki soruları cevaplayın yeter .
“Ayakkabı numaran kaç?”
“Kaç kilo doğdun?”
“Boyun kaç?
“Doğum tarihin nedir?
Profesör ve Hizmetçi : Japonca orijinal adının tam Türkçe karşılığı ile Profesörün Aşık Olduğu  Matematik Formülü. Türkiye’de ilk defa Pegasus Yayınevi aracılığıyla orijinal dilinden çeviriyle okurlarıyla buluşuyor. Böylece yazarın İngilizce ve Fransızca dillerine yapılmış çevirileri arasına Türkçe çevirisi de eklenmiş oldu. Eser Japonya’da sinemaya da uyarlanmıştır.
Sinemaya uyarlanmış eserden bir sahne
Sinemaya uyarlanmış eserden bir sahne
Roman, geçirdiği trafik kazası sebebiyle günlük hayatında 80 dakikada bir bellek kaybına uğrayan profesör, ona yardımcı olmak için işe alınan tek çocuklu yalnız bir kadın ve çocuğunun arasında şekilleniyor.  Üniversitede çalıştığı yıllarda başarılı bir matematik bilim insanı olan profesör, 1975 yılında bir trafik kazası geçirmiş ve bellek kaybına uğramıştır. Yardımcıya ihtiyaç duyduğu bir hayata başlamışken göreve gelenler birbiri ardına işi bırakmaktadır. Bunda şüphesiz profesörün rolü büyüktür  çünkü ya alınan yardımcıları bir sonraki gelişlerinde tanımaz ya da onları ayakkabı numaralarıyla telefon numaralarından tanımaya çalıştığı için korkutup kaçırtır. Oysa kafasının içinde adeta “80 dakikalık film kaydı” bulunan profesör başkalarına garip gelse de insanlarla sadece matematik üzerinden bağ kurabilmektedir.
Profesörün “unutma” merkezli hayatında kıyafeti  üzerine iğneyle iliştirdiği not kağıtları da büyük önem taşır. Belleğinin ışığı sönünce, “Benim belleğim 80 dakikalık ” yazan notlara tutunur. Kahvaltıda ne yediğini hatırlamıyor olsa da  matematiksel denklemler sözkonusu olduğunda beyni mucizevî bir şekilde çalışmaktadır.Bu yöntemlerden korkmadan Profesöre hizmet eden, ona uyum sağlayabilen tek kişi profesörün sorularını sabırla sıkılmadan cevaplayan yeni yardımcısı olacaktır. İşe alınan yardımcının 10 yaşında rakamların sihirli dünyasıyla henüz  tanışan bir de oğlu vardır ki Profesörün  ona matematik  sevgisini aşılaması zor olmaz. Profesörün karekök çağrışımıyla “Kök” adını verdiği babasız büyüyen çocuğa ilgi ve şefkati aritmetikle harmanlayarak sunması, kendisi de babasız büyümüş olan yardımcısının kalbini kazandıracaktır.
Bir çoğumuz için korkulu rüya haline gelen matematiğin Profesörün tutunduğu yegane dal olduğunu, ondan nasıl beslendiğini, hayatla matematiğin zaten iç içe geçtiğini, sabır ve sevginin o hayatı nasıl besleyip büyüttüğünü gayet güzel anlatan roman aynı zamanda okuyucularına beyzbol  talimi yaptırıyor.
Profesör ve Hizmetçi  (Pegasus Yayınevi)
Profesör ve Hizmetçi
(Pegasus Yayınevi)
2002 yılından beri Japonca’dan Türkçe’ye çeşitli çeviriler yapıyor olsam da  Japonca’dan çevirdiğim ilk kitap olarak Yoko Ogawa’nın bu eserinin hayatımda ayrı bir yeri  vardır. Çeviri süresince matematik ve beyzbol terminolojisiyle uğraştım. Matematikteki Artin teoremi, Mersene asal sayıları, Fermat teoremi, Euler teoremi ile bu kitap sayesinde tanıştım. Üstelik bu terimleri bir de Japoncadan çözmem gerekiyordu. Diğer bir sıkıntı da yoğun çalıştığım bir dönemde bu çeviriyi zamanında teslim etmekti. Hedefe varmanın yolu  Profesöre layık, planlı bir çalışma ve  matematikten geçecekti. Kendime her gün için 3 sayfa çeviri hedefi koydum. Kitaba dair heyecanımı yitirmemek adına çevirirken okuma yoluna gittim fakat bu sefer de  kitabı daha çok okumak için çevirmeye devam etmem gerekiyordu. Sonuç olarak  çeviri boyunca satırların arkasından sürüklendiğim gece ve gündüzlerim çok olmuştur.
Evet ben kitabın çevirisini  zamanında bitirdim ama gerek ekonomik  krizler gerekse farklı yayınevlerinin farklı tutumları neticesinde kitabın sizlerle buluşması  hayli zaman aldı. Bu durumda geç olsun güç olmasın diyorum, size iyi okumalar !
Yoko Ogawa kimdir?
Aslında Türkiye Japon Yazar Yoko Ogawa’nın adını ilk kez 2005’te vizyonda olan Türkçe adı Esrarengiz Sevgili  “The Ringfinger (Yüzük Parmağı)” adlı filmin  uyarlandığı romanla duydu.  Yoko Ogawa 1962 yılında Okayama’da doğdu. Waseda Universitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezundur ama kitabı da okuyunca esas Yoko Ogawa’nın bir matematik dehası olduğunu anlayacaksınız. 1988’den beri yazmış olduğu 20’den fazla romanı 12 civarında hikayesi bulunmaktadır. Yazarın Japonya’da basılan birçok kitabı vardır bunlardan bazıları Japonca adlarının Türkçe karşılıklarıyla aşağıdaki gibidir :
Mükemmel Hastane Odası (1989), Çay Soğuk Olmayacak (1990), Hamile Takvimi (1991), Kenar Sevgisi (1991), Şeker Zamanlar(1991), Angelina(1993), Otel Iris (1996), Buz Kokusu (1998 ,bu kitap Profesör ve Hizmetçi’den hemen sonra Türkçe’ye çevirdiğim kitaptır dolayısyla o da  2008’den beri okuyucularla buluşmayı  bekliyor) , Göz Kapağı (2001) , Profesörün Aşık olduğu Formül (2003,  Türkçesi2014 Pegasus Yayınevi, eser Japonca olarak sinemaya da uyarlanmıştır ) , Unutulup Bulunan Masallar (2006), Küçük Kuş (2012), Onlar Her zaman Herhangi Bir Yere (2013).

Pınar Demircan (Yeşil Gazete)
@pnrizumi

15 Kasım 2014 Cumartesi

“Orayı unutma zaruretini hep hatırlamak gerek” : Onkalo Nükleer Atık Deposu

“Burası sizin yaşamanız için uygun bir yer değil”  
“Buraya sizi korumak için bir şey gömdük
“Şimdi gelmemen gereken bir yerdesin, burası Onkalo Nükleer  Atık Deposu !”
Yukarıdaki replik, bilimkurgu bir filmden değil, bir belgeselden alıntı; gerçek dünyanın ta kendisine ait. Hani sabah kalktığınızda kahvenizi veya çayınızı elinize alıp algılamaya çalıştığınız, gazetelerde haberlerine göz attığınız dünya var ya, işte o dünyaya! Senarist ve yönetmeni Michael Madsen olan2010 yılı Danimarka ve Finlandiya ortak yapımı  belgesel, nükleer atık meselesine  dair can alıcı bir noktaya; nükleer atık depolarının dünya yüzeyindeki canlı yaşamı  açısından yüz bin yıl belki daha fazla bir süre için yarattığı tehditin boyutlarına parmak basıyor.
Finlandiya’nın Olkiluoto Adası’ndaki Onkalo arazisi,  yerin altını kazmaya değer herhangi bir madeninin, tarıma elverişli topraklarının bulunmadığı yargısından hareketle, 2002 yılı itibariyle  Finlandiya hükümeti tarafından dünyanın unutması gereken  bir bölge olarak ilan edildi.  Depo, yerin üstündeki değişimlere nazaran altının daha güvenli olabileceği varsayımına dayanarak granit kayalık zeminin  520 metrealtında  yüksekliği 6,5 m genişliği ise 5 m bir tünel açılarak olarak inşa ediliyor. Öngörülen maliyeti ise sadece  818 milyon avro.
5 Into-Eternity-2...
Belgesel filmde bilgisine ve görüşlerine başvurulan  merciiler arasında Onkalo Nükleer Atık Deposu’ nun  Başkan yardımcısı  ve İletişim Müdürü de yer alıyor. İkisi de  dünyada halihazırda 250-300 bin ton nükleer atık bulunduğunda hemfikir. Onkalo’nun misyonu 2020 yılında faaliyete geçmesiyle  başlayacak, 2100 yılında atıkların depolanması bittikten sonra kapısına mühür vurulacak.  Atıkların 100 bin yıl saklanması  ki bu süre nükleer atıkların tehlike arz etmeyi sürdürdüğü süreye eş.  Öte yandan, bu süre zarfında Onkalo’nun yerin altındaki bu dev depoyu gelecek kuşaklar bulur mu, bulur da uzak durulması gereken bir yer olduğunu anlar mı, işte orası tam bir muamma. Belgeselde yetkililere gelecek nesillerin  bu  depodaki tehlikeyi  anlamasını  sağlayacak şekil ve işaretler  düşünüp düşünmedikleri de soruluyor .Dolayısıyla “unutmaya mecbur olduğumuzu hep hatırlamamızı (hatta gelecek nesillere hatırlatmamızı) gerektirecek” bir yeden bahsediyoruz.
“Onkalo’yu kurcalayıp kurcalamayacakalarına dair gelecek nesillere güveniyor musunuz?”
“Ne güveniyorum ne güvenmiyorum diyebilirim; en doğru cevap kimsenin bunu bilemeyeceği olabilir.”
Belgesel, 7-8-9 Kasım 2014 tarihlerinde   İstanbul, Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bodrum, Çanakkale, Diyarbakır, Hopa, İzmir ve Trabzon’da eş zamanlı olarak gösterimi gerçekleştirilen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali içerisinde izleyicilerle buluştu, cok yakında yönetmeninin izniyle de Türkiye’de yalnızca  surdurulebilir yasam.tv‘  deTürkçe altyazılılı olarak seyredilebilecek.
Belgesel filmden  hemen sonra izleyicilerin soruları olabileceğini düşünen sevgili festival sorumluları, bir de sunum ve soru-cevap kısmı organize etmiş . Bu bölümde emekli gazeteci İbrahim Günel’den  nükleer santrallar ve atıkları hakkında bilgilendikten sonra, biz de  kendisine Yeşil Gazeteolarak  ilave birkaç soru yöneltiyoruz :
SYFF_ibrahimgunel yeni
İbrahim Günel

YG : Film hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
İbrahim Bey:  Filmde nükleer atık meselesi konunun uzmanlarına başvurularak ele alınıyor. Söz konusu atık deposunun 2020 yılı itabariyle faaliyete başlayıp, o zamana dek oluşan Finlandiya’daki nükleer atıkların  2100 yılına kadar depolanacağı ve sonrasında da 100 bin yıllığına kapatılarak mühürleneceği anlatılıyor .
Beni düşündüren yüzlerce  belki bin yıl sonra birinin gelip orayı kazarsa ne olacağı ki zaten filmde de bu sorgulanıyor. O dönemde gelecek nesillerle dilimiz aynı olur mu? Yoksa  işaretle mi tehlikenin boyutlarını anlatmak gerekir?  Günümüzden geçmişe bakınca yaklaşık 3 bin 400  yıl önce Anadolu’da yaşamış Hititler’i görüyoruz. Hititlerin dili  1900‘lü yılların başında çözüldü Yine yanılmıyorsam günümüzden yaklaşık  2 bin 500 yıl önce Anadolu’ da yaşamış olan ama hâlâ dilleri ve alfabesi çözülememiş olan Luviler var.  Açıkçası, 1000-2 bin yıl önceki toplumların dilini bile bilmiyoruz,  kaldı ki bu filmde 100 bin yıldan bahsediliyor.  İnsan ömrü kısa, dil ise çok hızlı değişiyor, gelecek nesillere bırakacağımız atık mirasına dair neyi ne kadar anlatabileceğimiz, ciddi bir sorun .
YG: Nükleer atıkların depolanma  işlemi  nasıl gerçekleştiriliyor, anlatabilir misiniz?
İbrahim Bey : Öncelikle, dünya üzerinde halihazırda nihai bir nükleer atık depolama tesisi yok. Nükleer  yakıt çubuklarının kullanım ömrünün sınırlı olduğunu belirtelim. Bir nükleer reaktörde tipine ve kurulu gücüne göre  50 ile 200 ton yakıt çubuğu vardır. Her yıl ya da 1,5 yılda  yakıt çubuklarının dörtte 1’i çıkartılıp yenileriyle değiştirilir. Çıkartılan  yakıt çubuklarının ise 5- 10 yıl soğutulması şarttır; bununla birlikte yerlerine  yenileri eklenir. Kullanılmış yakıt çubuklarının soğutma işlemi ise reaktör binalarının içerisindeki havuzlarda gerçekleştirilir. Soğutma süresi tamamlanan yakıt çubuklarının havuzdan çıkartılarak içerisindeki gerekli elementlerin  alınabilmesi için ayrıştırma tesislerine götürülmesi gerekir. Dünyada 13ayrıştırma ve yeniden işleme tesisi bulunuyor olup  bu tesislerde  kullanılmış yakıt çubuğunun içindeki plutonyum ve uranyum, güçlü asitlerle sıyrılarak ayrıştırılır. Kalan kısım ise sıvılaştığı için hacmi artar. Bunlar özel çelik konteynerle geçici depolama alanlarına gönderilir ; örneğin, Almanya’daki Gorleben bu geçici depolama alanlarındandır.
YG: Peki Onkalo dünyada örneği başka olmayan bir yer midir ? Amerika’da  Yucca Dağı’nda bir  nükleer atık deposu kurma girişimi olmuştu yanılmıyorsam .
İbrahim Bey : Yucca Dağı’nda kurulma işlemi başlaynan tesis ABD federal hükümeti ile eyalet hükümeti arasında davalık oldu. Bir anlamda  “rafa kalktı” diyebiliriz.
YG : Ülkemizde Akkuyu ve Sinop ’ta nükleer santral kurulması planlanıyor,  hatta geçenlerde  Akkuyu için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca yeterli bulunarak,  ÇED izni için askıya çıktı, bunu nasıl yorumluyorsunuz?
İbrahim Bey: Maalesef öyle ama depolama ve atık risklerinden raporda hiç bahsedilmemesi kabul edilir gibi değil. Bir nükleer tesisin faaliyete geçmesi için 4 tane lisanslama aşaması vardır. Bunlar  1-Yer lisansı, 2-inşaat lisansı, 3-deneme üretimi lisansı, 4- İşletme  lisansı… Her bir aşamadaki testlerden de geçilmesi gerekir . Halihazırda inşaat lisansı aşamasındayız.
YG: Çevre boyutuyla ele alırsak ki elbette çevreyle birlikte insan sağlığı da etkilenecektir;  nükleer santralların teknik olarak bir kaza veya sızıntı olmasa dahi çevreye ve insan sağlığına  olumsuz etkisi bulunur mu?
İbrahim Bey: Nükleer santrallar soğutma işlemi için  yüksek miktarda suya ihtyaç duyar ki bu miktar saniyede 10 tondur. Nükleer reaktör içerisinde  kapalı devre vardır. Bunlardan birinci kapalı devre, reaktörün kalbinden, yani yakıt çubuklarının arasından geçerek buhar üretecine (jeneratör) gider. Üreteçteki suyu buhara dönüştürerek tekrar reaktörün kalbine döner. İkincisi ise buhar üretecinden çıkan kapalı devredir. Bu da elektrikli üretecinin tirbününü döndürmek içindir. Tirbünleri döndüren çürük buharın ise soğutulması santralın yakınındaki göl, akarsu ya da denizden sağlanır. Normalde, sızıntı, çatlama olmazsa; boru,tesisat bakımları düzgün yapılırsa, kapalı devrelerden geçen sulara radyasyon bulaşmaz. Ancak, çürük (kullanılmış) buharı  soğutmak için çekilen  soğutma suyu,  tekrar dışarı denizlere, göllere ya da akarsulara gönderilir ve bu durum, bir süre sonra deniz, göl, nehir suyu sıcaklığında yükselmeye yol  açar. Sıcaklık derecesi değişen deniz, canlı yaşamını tehdit edecek boyutta bioçeşitliliği tamamen değiştirecektir .
YG: Peki bacadaki filtrelerden radyoaktif izotopların dışarı çıkması mümkün müdür?
İbrahim Bey: Mümkündür. Nükleer reaktörlerde koruma kabının içerisinde işletme sırasında hidrojen oluşur. Hidrojen çok patlayıcı bir gazdır ve dışarı salınmazsa reaktör binasını patlatabilir. Bu yüzden belli aralıklarda nükleer reaktörlerde atmosfere izin verilen oranlarda gaz salınır. bu gazların içerisinde ksenon gibi radyoaktif gazlar da vardır.
YG: Peki nükleer santrallar insan sağlığı açısından bilimsel olarak  tehlike yaratır mı?
İbrahim BeyAlmanya’dan Nükleer Silah Karşıtı Hekimler Birliği(IPPNW) üyesi ve şimdiki Başkanı  Dr Angelika Claussen,  kendisiyle 1998 yılında yaptığım söyleşide, Almanya’nın Hamburg kentinin kuzeyinde bulunan Krummel Nukleer Sanralı‘nın çevresinde ikamet edenlerle yapılan  bilimsel bir araştırmada,  çocuklardaki  lösemi ve tiroid kanseri  oranlarında artış oldugunun saptandığını anlatmıştı. Geçenlerde bununla ilgili yeni bir araştırma da bunu doğrular nitelikteydi.
YG notu : ( YG olarak IPPNW Yeni dönem Avrupa Başkanı Dr Angelika Claussen ile de bir söyleşi gerçekleştirmiştik, yakında yayınlamayı umuyoruz)
YG: Bu durumda kaza olmasa bile nükleer santrallarin insan sağlığı için zararlı olduğu sonucuna varabilir miyiz?
İbrahim Bey: Maalesef evet. Radyoaktif izotoplar, kararsız elementlerdir. Bunlar kararlı hale gelebilmek için atomlarından sürekli parçacık atar. Bu da iyonize edici radyasyonu oluşturur. İyonize edici radyasyon da öncelikle canlı DNA’sını kırar. Bizim DNA’larımızda yaşamımızla ilgili her şey kodlanmıştır. Örneğin o hücrenin yaşamımız boyunca kaç kez ve ne zaman bölüneceği bellidir. İyonize edici radyasyon DNA’mızı kırdığında bu kodlar da bozulur ve o hücremiz deli gibi çoğalarak kanser oluşmasına neden olur.  Bir de her radyoaktif  izotop vücutta farklı bir organa yerleşir. Örneğin  iyot 131 tiroide, sezyum 137 kemik iliğineplütonyum 239 ise akciğere yerleşerekçeşitli kanserlere neden olur.  Bir de bu radyo izotopların her birinin farklı yarılanma ömrü vardır. Her biri en az 10 kez yarılanma ömrü geçirdikiten sonra kararlı hale gelir. Örneğin iyot 131’in yarılanma ömrü 8 gün, sezyum 137’ninki 30.4 yıl, plütonyum 239’un ise 24 bin yıldır. Yarılanma ömrü 240 bin yıl olan radyo izotop bile vardır .
YG: Peki güvenlik boyutu açısından nükleer santral yatırımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İbrahim Bey: Ülkemizde nükleer santral henüz olmamasına rağmen tarihe geçen bir kazayı tecrübe ettik.  1998 yılındaİstanbul İkitelli’de bir  hastanenin röntgen kaynağı olan kobalt 60 radyoizotopunun bulunduğu kaynak, hurdacıda ortaya çıktı. Oysa bunun Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK)‘in kontrolünde yurtdışına gönderilmesi gerekiyordu. Bu kaynağı parçalamaya kalkan bir hurdacı ailenin birkaç ferdi, ani radyasyon zehirlenmesi sonucu kısa bir süre sonra yaşamlarına veda etti.
TAEK ülkemizde kurulması düşünülen nükleer santralları nasıl denetleyecek ve lisans verecek?  Biz daha yakın zamana kadar Soma ve Ermenek’teki maden kazalarını önleyemedik ve yüzlerce insanımızı kurban verdik. Bunları düşündüğümüzde, bu nükleer santrallar nasıl denetlenebilecek? Öte yandan, 2012 yılının Aralık ayındaİzmir’in Gaziemir ilçesinde kurşun üreten bir fabrikanın yıllarca yurtdışından ithal ettiği radyoaktif  atıkları  kendi arazisindeki toprağa gömdüğü ortaya çıktı. TAEK’in durumu 2007 yılından beri bilmesine rağmen  asla müdahale etmediği anlaşıldı. Oysa ülkemize radyoaktif atık ithal etmek yasalarımıza göre yasak.
YG: Ülkemizde nükleer santral yapılmasının istihdam artışı sağlayacağı görüşü hakkındaki değerlendirmenizi de alabilir miyiz?
İbrahim Bey: Nükleer santrallarda teknoloji yoğun üretim gerçekleştirilir. Teknik personel ihtiyacı olduğu üzere, yatırımı yapan ülkeler kendi teknik personellerini bu alanda değerlendirecektir. Dolayısıyla  evet bir istihdam artışı olacaktır ancak bu durum bizim değil,  tesisi kuran yabancı ülkedeki istihdama olumlu etkisi olacaktır. Belki şaka olacak ama bir nükleer santralda çalışan çaycının bile özel eğitimden geçmesi gerekiyor.

Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)
twitter:@pnrizumi

9 Kasım 2014 Pazar

Japonya’nın yeni ve şaşırtıcı sektörü

Fukuşima’da nükleer felaketten sonra yeni bir sektör kuruldu: vatandaşların radyoaktivite seviyesini ölçtüğü ölçüm istasyonları.
ölçüm istasyonu
11 Mart 2011 Fukushima Kazasının ardından devlete ve kazanın birincil sorumlusu TEPCO (Tokyo Elektrik Şirketi)’ya karşı güven kaybı oluşmuş durumda.  Güven kaybının bir neticesi de halkın kaza sonrası devlet eliyle yapılan sağlık taramalarından da kaçınması yönünde olmuştur. Kaldı ki gıdalara dair ilan edilen radyoaktivite kabul seviyesinin inandırıcı olmaması insanların yiyeceği/çocuğuna yedireceği bir kap pirincin bile radyoaktivitesini ölçtürme ihtiyacını doğurdu.
CRMS de (Vatandaş Radyoaktivite Ölçüm İstasyonları) tam da bu sebeple, vatandaşlar tarafından devletin oluşturduğu güven kaybına cevap olarak kuruldu ve faaliyetlerine gıdalardaki radyoaktivite ölçümleriyle başladı.
İlki Fukushima’da kurulan radyoaktivite ölçüm merkezi 2011 eylül ayında açıldı, yeni yerine ise Eylül 2012’de taşındı. Ölçüm istasyonu Fukushima’da olduğu için kısmen terk edilen şehirde yer bulmak zor değil. Binanın içerisinde çocuklar için oyun alanı, bilgi almak isteyenler için enformasyon merkezi bile bulunuyor. Başlangıçta sadece ürün ve gıdalara yönelik çalışan istasyon “Fukushima’da Geleceğin Çocukları” fonuyla 5milyon Yen (100 bin TL) karşılığında radyoaktivite ölçüm cihazı da dahil olmak üzere diğer bazı ölçüm aletlerini edindi . Ölçüm altyapı olanaklarını arttıran merkezde isteyenler ücreti mukabilinde radyoaktiviteye bağlı kendi iç maruziyet seviyelerini öğrenebiliyor.
Fonlarla ve özel girişimle kurulan radyoaktivite ölçüm istasyonlarının sayıları özellikle son iki yıl içrisinde oldukça artmış durumda, hatta bir istasyon da Japonya’nın Fukushima’dan neredeyse en uzak noktası olan Okinawa’da  açılmış bulunuyor.
Radyoaktivite ölçüm istasyonundaki bazı diğer hizmetler ise şöyle :
1-Beden radyoaktivite ölçümü üzerinden iç maruziyetin değerlendirilmesi
2-Gıdalardaki radyoaktivitenin ölçülmesi
3-Kütüphane gibi bilgi edinmeyi kolaylaştıran ortamların oluşturulması
4-Ölçüm yerinde “İç Maruziyet Elkitabı” nın ücretsiz dağıtılması
5-Ülke içinden ve dışından uzmanlar tarafından halkın bilgilendirilmesi
6-Çocuk sağlığı danışma merkezinin açılması
7-Uluslararası panellerin düzenlenmesi
Radyoaktivite Ölçüm istayonlarının son durumunu yansıtan  tabloya buradan  ulaşabilirsiniz .
Japonya  genelinde farklı şehirlerde bu radyoaktivite ölçüm istasyonlarından 106 tane bulunuyor ve verilen hizmete göre fiyatlar  70 TL -300TL arasına tekabül ediyor .
Peki biz,  bu yeni sektöre  hazır mıyız?
(Pınar Demircan/ Yeşilgazete)

3 Kasım 2014 Pazartesi

Nükleersiz Türkiye için kürekle Karadeniz yazı dizisi SON

Hüseyin’i  beklerken
2 Kasım Pazar Saat 13:00, güzel bir hava, başımızda güneş,  yüreğimizde ışık Ortaköy’de Hüseyin Ürkmez’i bekliyoruz. Her zamanki gibi denizden gelecek … Hüseyin ’ i alkışlarla karşılıyoruz, az yol gelmedi hani, dile kolay neredeyse  1.500 km kürek çekerek 3 ayın sonunda  varıyor Ortaköy’e. Hedef 2 aydı,demek evdeki hesap Karadeniz’de tutmuyor.  Aslında son yazımda  belirttiğim gibi  Hüseyin 3 gün öncesinde tamamladı turunu; 3,5 m’lik sandalıyla akıntıya karşı hava ve deniz koşulları elverdikçe yol alabilen Hüseyin, temkini ve  proje bitene kadar denizde olma olasılığının verdiği sorumluluğu hiç bırakmadı.
18 Hüseyin Ürkmez...
Kıyı kıyı kürek çekerek ilerledi, amacımız Çernobil ’i yaşamış hafızaları biraz canlandırmak, kamuoyunda farkındalık yaratmaktı . Karadeniz’in doğusu  Hopa’dan başlayarak batıya doğru bir hareketlenmenin başladığına  Yeşil Gazete köşelerinden sizler de şahit oldunuz.
Yazılarımdan birinde bahsettiğim gibi Hüseyin Karadenizli’nin gündelik konuşmasına girdi, kahvaltı sofralarında, kahvehanelerde,  akşam muhabbetlerinde konu oldu, gazeteyi açtıklarında Hüseyin  yine karşılarındaydı, Belediye Başkanları bile onu ya makamlarında ağırladı ya da bizzat denizden gelişinde  karşıladı; mesela bu sayede Giresun Belediye Başkan Vekilinin de nükleer santral istemediğini, yenilenebilir enerjilerden yana olduğunu öğrendik, siz de okudunuz. Şu bir gerçek ki yerel basın ulusal basından çok farklı olarak ilgi gösterdi Hüseyin’e ama, biz bu durumu oradaki sivil toplum örgütlerinin, çevre derneklerinin baskı gruplarının varlığına dahası ağırlığını koymasına borçlu olduğumuzu da biliyoruz .
Son yazı vesilesiyle Hopa -Artvin-Trabzon-Rize-Giresun-Ordu-Fatsa -Samsun-Gerze –Sinop-Kastamonu-Amasra- Zonguldak’a bu bayrak yarışındaki emekleri için ilgili  her yazımda arz ettiğim gibi yineliyorum; Teşekkürler!
Hüseyin Ortaköy İskelesi’ne  sandalını bağlayıp yanımıza geldikten sonra karşılama etkinliği Karadeniz’in hemen her il /ilçesinde hitabette sadece isim değişikliği yapılan ancak içerikte aynı olan tek basın açıklamasının okunmasıyla başladı (Basın açıklamasına buradan  ulaşabilirsiniz).
Basın açıklamasından sonra Hüseyin’e gelen birkaç sorudan biri neden kas gücüyle,fiziksel güce vurgu yaparak  bu mesajı vermek istediğimizdi, aslında bu sorunun cevabı basın açıklamasının içinde yer alsa da ben Nukleersiz.org & Yeşil Düşünce Derneği adına iki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.  Her ne kadar ana sebep bir insanın kendi fiziksel  gücüyle “zor”u başarması üzerinden akıntıya kürek çekmek kadar zor olan  iktidar hesaplarına sembolik  tepki göstermekse de  bir diğer sebep   sıradışı bir eylemle dikkatlerin çekilebileceğini, şekil itibariyle de etkili olunabileceğini düşünmemizdi..
Teneke Trampet ile ortam şenlendi
19 Teneke Trampet...
Basın açıklamasından sonra Yeşil Düşünce Derneği tarafından nükleer santrallerin  Akdeniz’de yaratacağı  olumsuz etkilere dikkat çekilerek  6 Kasım tarihinde gerçekleştirilecek panelin duyurusu yapıldı. Panelin detaylarına buradan ulaşabilir, izleyici olarak katılabilirsiniz.
Tüm açıklamalardan sonra söz yerini müziğe bıraktı ve Teneke Trampet bize şarkılarını teknolojiden arınmış kanlı canlı olarak seslendirdi .  Eylemin “Nükleer santral istemiyoruz güneş ,rüzgar bize yeter” nidalalarından geleceğe dair umut bağlayan bir çift evlenmeye karar verdi;  bize de düşen,  çifte“nükleersiz bir gelecek” dilemek oldu. Nükleerli  bir gelecek olur mu ki zaten? Fukuşima’ ya, Çernobil’e bakmak yetmez mi?  Hele ki  ülkemizde sadece bu yıl içerisinde denetimlerin doğru ve tarafsız yapılmaması neticesinde Soma’da  301 işçimizErmenek’te de 6 ay sonra  18 işçimiz (resmi rakamlarla) can vermişken… hiç denenmemiş son derece riskli, geleceğimizi bile ipotek altına alan teknolojilerin ülkemizde hem de başka bir ülkelere  zimmetleyerek  kurmak reva mı? Kaldı ki süreçlerini disiplin içinde yöneten Japonların bile “maymun da ağaçtan düşer”atasözüyle açıklanabilecek daha 3,5 yılöncesinin Fukuşima müsibeti  bin nasihattan öteyken …
Etkinlik, Hüseyin’i annesiyle karşılamaya gelmiş olan küçük bir kız çocuğunun, Nazım Hikmet ’in  Hiroşima’ya atılan atom bombasından ölen çocuk için yazdığı pek çok dilde tercümesi bulunan Kız Çocuğu adlı şiirinden  bir dörtlük okumasının ardından  Nükleersiz.org ve Yeşil Düşünce Derneği olarak Hüseyin’e çiçekli  teşekkürlerimizle son buldu .
Biz bir taş attık, attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değdi mi bilemiyorum, aslında kurbağa ürktü mü onu da bilemiyorum, tek bildiğim taşın yere çarpınca ses çıkardığı… sanki daha çok taş atmalı!
Emeği geçen herkese teşekkürler !
#KurekleKaradeniz toplu yazılarını Yeşil Gazete arşivinden  ve  http://nukleersiz.org dan okuyabilirsiniz

Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)

1 Kasım 2014 Cumartesi

Nükleersiz Türkiye için kürekle Karadeniz

Kampanya bitti. 2 Kasım Pazar,Yarın ;  saat : 13:00’da , Hüseyin Ürkmez’i İstanbul, Beşiktaş Ortaköy İskelesi’nde karşılıyoruz.
#NukleersizTurkiye,#KurekleKaradeniz ülkemizde kurulması planlanan nükleer santrallere  halkın dikkatini çekmek için 3 aydır  Karadeniz’deydi.  Motorsuz ve yelkensiz; sadece kürek çekerek Karadeniz’i Hopa’dan İstanbul’a  ulaşan Hüseyin  Ürkmez projenin sonuna geldi .
Nükleersiz.org ve Yeşil Düşünce Derneği’nin girişimleriyle Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz sivil toplum Projesi adına Karadeniz’de kürek çekerek ilerleyen  Hüseyin Ürkmez  1 Ağustos’ta İstanbul’dan yola çıkarak sandalını aracına taktığı römorkla kara yolundan Hopa’ya getirmişti .    3 Ağustos günü Hopa’da  “Nükleer karşıtlığının gerekçelerini  anlatan” basın açıklaması  okunduktan sonra sandalını barınakta denize indirdi.(Karadeniz boyunca okunan İstanbul adına uyarlanan aynı basın açıklamasının  içeriğine buradan ulaşabilirsiniz).
Aynı gün Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmak için İstanbul’a dönen ve  seçimlerden sonra Hopa’ya ulaşan Ürkmez,  13 Ağustos’ta  kürek çekmeye başladı . 13 Ağustos tarihinden itibaren sırasıyla Hopa -Artvin-Trabzon-Rize-Giresun-Ordu-Fatsa -Samsun-Gerze –Sinop-Kastamonu-Amasra- Zonguldak’a ulaştı;  buralarda  nükleer karşıtları tarafından çoşkuyla karşılandı, her il/ilçede buradaki dostalrımızın destekleriyle basın açıklaması okundu .  Hüseyin Ürkmez hava ve deniz şartları el verdikçe denize çıkabildi  ve en iyi koşullarda  saatte 5 km gidebildi. Hatta Adapazarı, Karasu’ya ulaştığı 3 gün öncesinde kış şartları belirginleştiği ve daha fazla denizden ilerleyemeyeceği için #KürekleKaradeniz’ i Karasu’da tamamlamış oldu.  Bu şekilde 3 ayda 1400 km yaptı .Kendisini cesaretinden ötürü kutluyor, 3 Ay boyunca Nükleer üzerine konuşmamızı sağladığı için teşekkür ediyoruz.
Ürkmez geçtiği her yerde basının ve kamuoyunun ilgisini gördü
Ürkmez geçtiği her yerde basının ve kamuoyunun ilgisini gördü,yerel gazetelerde yazıldı , Belediye Başkanları kendisini makamında ağırladı. Kısacası Nükleer santrallere karşı farkındalık yaratmayı hedefleyen proje amacına ulaştı, başta Sinop’a nükleer santral kurulmasının karara bağlandığı günlerde Karadeniz halkı için olmak üzere Hüseyin’ in  gösterdiği cesaret vasıtasıyla nükleer santraller her yerde mevzu oldu. Hüseyin Ürkmez’in tüm yolculuğunu  3-5 günlük kesitler halinde Yeşil Gazete’de yazıldı, hala da yazılıyor  http://yesilgazete.org/?s=pinar+demircan .
Power To the People!  Güç ve Yetki İnsanlara!
Hüseyin Ürkmez ,Fukuşima Tanığı Toshiya Morita’nın  söylediği gibi “Power To The people! Güç ve yetki insanlara dedirtti . Ürkmez yarın sembolik olarak sandalıyla  Sarıyer‘den İstanbul Ortaköy’e geliyor , burada da yine Karadeniz’deki gibi Nükleer karşıtları tarafından karşılanacak . Çernobil‘i ,Fukushima‘yı unutmuyoruz daha doğrusu hatırlıyoruz .Soma ve Ermenekacılarını yaşatanların  ülkemize nükleer teknolojinin getirmesini hiç mi hiç istemiyoruz!
#Nukleersiz Türkiye  #Kürekle Karadeniz 
Gün ve saat : 2 Kasım 2014 Pazar yarın, 13:00
Yer: İstanbul, Beşiktaş Ortaköy İskelesi 
Gelin hep birlikte renkli ve çok sesli olarak bu mücadeleyi büyütelim “Nükleer santrallere hayır! Ülkemizde Nükleer santral istemiyoruz!” diye haykıralım.
Pınar Demircan
Yeşil Gazete/Nükleersiz.org 

[COP 28] Nükleer enerjinin COP kararına girmesinin arka planı

  Küresel ısınmanın önlenmesi için ilki 1995 yılında gerçekleştirilen  COP  toplantılarının 28’incisine fosil yakıtlardan çıkışa dair somut ...