Çernobil’i, 30. yıl dönümünde Çernobil tasfiye memuru Yuriy Schumchenko’ya sorduk
Avrupa Çernobil Ağı’nın üyelerinden Nükleersiz.org, Yeşil Düşünce Derneği her yıl nükleer karşıtı mücadele ve sağlıklı, sürdürülebilir yaşam hakkı gibi konular çerçevesinde panel, toplantı ve organizasyonlar düzenliyor.
Bu seneki program kapsamında Nükleer Savaşlara Karşı Hekimler (IPPNW ) Avrupa başkanı Dr. Angelika Claussen’in ve yine IPPNW’den Alex Rosen ile güncel verilere dayanarak hazırladığı Çernobil ve Fukuşima’nın Sağlık Etkileri adlı kitabının tanıtımı ile Nükleersiz.org kurucularından da olan Almanya’da yaşayan Dr Angelika Clausssen ile Dr Alper Öktem’in davetiyle Türkiye’ye gelen Çernobil tasfiye memurlarından Subay emeklisi Yuriy Schumchenko’nun Çernobil tanıklıklarını anlatması yer alıyor.
***
Hafta boyunca haberlerini yaptığımız, 24 Nisan’daki konuşmasının tam metnini bulabileceğiniz Sinop mitinginde, 27 Nisan’da TBMM’de ve Ankara Nükleer Karşıtı Platform’un evsahipliğinde konuşmalar yapan, 30 Nisan’da da Mersin’de Mersin Nükleer Karşıtı Platformun evsahipliğinde de Mersinliler’e Çernobil tanıklıklarını anlatacak olan Yuriy Schumchenko ile Rusça’dan Türkçe’ye Tarana Kaya Aliev’in çevrisiyle, zaman zaman Dr Angelika Claussen’in de katkılarıyla bir söyleşi yaptık, aşağıda yayınlıyoruz.
Kısaltmalar: YG: Yeşil Gazete, S: Schumchenko mSv: milisievert
YG: Bay Schumchenko nükleer santralde hangi tarihler arasında ne kadar çalıştınız?
S: Çernobil nükleer santral kazası meydana geldiği zaman subaydım . Bilirsiniz askeriyede sorgu sual olmaz, kaza sonrası radyoaktif temizliğin yapılması için tasfiye memurluğu görevi verildi. Aslında tasfiye görevi verildiği gün 10 Mayıs kızımın da doğumgünüydü. 11-25 Mayıs arasında toplam 12 gün santral sahasında tasfiye işlerinin koordinasyonunda çalıştım .
YG: Peki görev verilirken size kazanın meydana geldiğine dair bir açıklama yapıldı mı?
Schumchenko: Dönemin SSCB Cumhurbaşkanı Gorbaçov nükleer kaza olduğunu kamuoyuna 5 Mayısta açıklamıştı. Ben kazanın kazadan sonraki ikinci hafta göreve başlamış olduğum için her şeyi biliyordum.
YG: Tasfiye memuru olarak geçirdiğiniz 12 günü nasıl değerlendirirsiniz?
S: Tasfiye işlerinde görevlendirilen birimin sorumlusuydum. Tam olarak nükleer sanralin içinde değil ama yine santral sahasında biraz daha arka kısımda bulunuyorduk. Santralin içine 5 defa girmek zorunda kaldım. Aslında Çernobil santral sahasına 1 kere bile girseniz çok yüksek dozda radyasyon aldınız demektir. Ben 12 günde 290 mSv radyasyon almış olarak ayrıldım. (Dr. Claussen daha kolay anlaşılması için 290 milisevertin 29 röntgen ışınına tekabül ettiğini anlatıyor ve ekliyor o zamanki radyasyon maruziyet doz sınırı kümülatif olarak 250 mSv idi)
S: Aslında toplam 250 mSv aldınız mı Çernobil tasfiye memurluğu görevini bırakıp hastanede tedavi sürecine giriliyordu, benim durumum biraz daha geç farkedildi. Çünkü orda bulunduğumuz her an radyasyon alıyorduk . Arkada bir göl vardı , radyoaktif kirlilik yüksekti, hava ve topraktan da mütemadiyen radyasyona maruz kalıyorduk . Üstelik şimdiki teknoloji olmadığı için ne kurşun içeren kıyafetler ne doğru dürüst bir maskemiz vardı
YG: Peki bir karne veya sağlık durumunuzun takibini mümkün kılacak bir evrak verilmemiş miydi size?
S: Evet aslında asker olduğumuz için ben ve benim gibi tasfiye memurlarının sağlık durumlarını takip etmek üzere bize bir karne verildi. Bu karneyi hep yanımızda taşımalıydık . Aman dikkat hala radyoaktiftir! (Sinirli sinirli gülüyoruz, Bay Schumchenko, Çernobil kazasından sonra santralde tasfiye memuru olarak çalışmaya başladığında kendisine verilen sağlık takip karnesini gösteriyor).
S: Tabi bu karne sadece kaç milisievert aldığımızı takip etmek için değildi aynı zamanda Ukraynada bazı şeyleri ucuz ya da ücretsiz almak için bu karneyi göstermemiz gerekiyordu. Bir diğer sebep de bu kartın ayırıcı bir faktör olmasıydı. Açıkçası kazadan sonra radyasyon maruziyet konularında ciddi karışıklık yaşandı . Herkese farklı muamele yapılıyordu, tazminat alabilenler alamayanlar herşey birbirine karışmıştı, bu karne bizim ayrıcalıklı konumumuzu göstermesi açısından önemliydi.
YG: Peki karneye sahip olanlar için tazminat alma hakkı doğuyor muydu?
S : Evet tasfiye memurları 250mSv üzeri ne çıkan bir oranda radyoaktiviteye maruz kalırsa tazminat alabiliyordu. Hatta emekli olunmasına az bir zaman kaldığında 1 yıl 3 yıl olarak gösterilebiliyordu. Evet olağanüstü durumlarda uygulama böyle farklı olabiliyordu. Şu anda da tedavim kapsamında ilaç alma hakkım var amaalmam gereken ilaçlar hastanelerde satılmıyor .Bunları karaborsadan satın almak zorunda kalıyorum . Bu noktada da harcayacağım parayı hesap edip kendime ilaç alacağıma kolejde okuyan oğluma ayakkabı almayı tercih edebiliyorum.
Yine de söyleyebilirim ki ben şanslıydım çünkü ilk günlerde çalıştığım için maruz kaldığım radyason oranı doğru hesaplandı . Demek istediğim radyoaktiviteye maruz kaldığı için çok fazla insan şikayette bulununca işler karışmıştı ,bunlar hep devlete mali yük olarak görünmeye başladığı için devlet maruz kalınan dozları düşük göstermeye başladı.
YG: Peki toplamda çalışan tasfiye memuru sayısı kaçtı ? Mesela biz 800 bin kişi olarak biliyoruz. Doğru mu bu rakam ?
S : Tasfiye memurları santralde ve çevresinde 1986-1990 yılları arasında çalıştı. SSCB verilerine göre 800-900 bin arası rakam dünya genelinde bölgeye gelip tasfiye memuru olarak çalışanların sayısıdır. Ben Ukrayna için konuşabilirim, sadece Ukrayna vatandaşı olarak 200 bin tasfiye memuru görev yaptı. Lakin 14 Aralık da 26 Nisan kadar önemli bir tarihtir. O gün 4.reaktörün üstüne kapak yapılmıştı.
YG: Ama kapak pek iş görmedi ki şimdi 800 milyon Avroluk bir proje yürütülüyor değil mi?
S : Evet Kapak projesi pek işe yaramadı, reaktör sızıntısını kesemedi . İçeri kuşlar bile giriyordu.
YG: Tasfiye göreviniz şehir içinde insanların yaşadığı yerleri de kapsıyor muydu?
S: Hayır şehre pek gitmedim , bizim görevimiz santralin içindeydi. Büyük bir binanın içinde, 4 .bloktaydık .Sabah 4 te kalkıp geceyarısına kadar çalışıyorduk Temizlik ve ertesi güne hazır etmek de vardı işin içinde .
YG: Peki tasfiye işlerinden biraz bahseder misiniz, neler vardı bunun içinde?
S: Tozu hapsetmek , radyoaktif partiküller havaya karışmasın diye özel bir macun gibi ağdamsı, zamk gibi bir şey kullanıyorduk . Dışarda da herşeyi toprağın içine gömüyorduk ,arabaları, eşyaları….
YG: Ekibiniz kaç kişilikti ? Çalıştığınız sürece radyasyon maruziyeti kaynaklı ölümler oldu mu?
S: Sorumlusu olduğum ekip 60 kişilikti fakat maalesef sadece 35 kişi çalışmaya devam edebildi . 25 kişi yuksek doz almış olarak ayrıldı . Arkadaşlarımızdan 2 kişiyi kaybettik. Ardından itfaiyecilerden 100 kişi öldü.
Aslında daha çok kişi öldü ama maalesef santralde çalıştığı ispat edilemedi.Çünkü ölüm nedeni felç ya da kalp krizi de olabilirdi. Açıkçası Çernobil’de ölenlerle hiç ilgilenilmedi, daha ziyade kalan sağlarla ve onların nasıl,ne kadar çalıştırılacağıyla ilgilenildi. Zaten ölenlerin istatistiki kayıtları da doğru bir şekilde tutulmuyordu.
YG: Santral içerisinden pek ayrılamadığınızı söylediniz ama doğada,ç evrede her hangi bir değişim olup olmadığına dair bir gözleminiz var mı?
S: Gözümüzün önünde kızaran bir ağaç gördük, diğer ağaçlar da şekil değiştirdi, otlar aşırı büyüdü. Balıklar mutasyona uğradı. Biliyorsunuz ekosistemi durduramazsınız , nehir akar göle karışır, bunu da engeleyemezsiniz. Hayvan DNA’larında bilinmeyen mutasyonlar görüldü mesela siyah renkli bir kuşta beyaz benekler görülmeye başlandı. Yine canlılarda beyin küçülmesi tespit edildi.
YG: Peki santral civarına hiç merak edip tekrar gittiniz mi ?
S: Subay olduğum için bir çok şey üstüme zimmetliydi, bunları iade etmek için 1986 yılının Ağustos ayında tedavi sonrasında bölgeye bir ziyaret yaptım ama 30 kilometre içine girmedim , çünkü bunu 1 kere yaptığınızda bile çok yüksek radyoaktiviteye maruz kalabilirsiniz, tüm tedavim boşa giderdi. Çernobil’e gitmeyi hep çok istedim ama korkmasam da gidemezdim zaten asker olarak yurt dışı rotasyona tabiydim.
YG: Tasfiye memurluğu görevinizin ardından neler yaptınız?
Tasfiye memurluğu görevimden sonra önce tedavi oldum zira, 290 mSv aldıktan sonra tüberküloz belirtileri gösteren ağır bir hastalık geçirmiştim, kan kusuyordum. Tedavim tamamlandıktan sonra 1990’larda Çernobil ile ilgili çalışan sivil toplum örgütleriyle bağlantı kurdum. Ben sivil toplum örgütlenmelerini severim, bu ilgim askeriyede pek hoş karşılanmıyordu ama peşini bırakmadım. 1989’da Çernobil’den sonra şehir derneğinin başkan yardımcısı seçildim. 2005’te ise Ukrayna Ulusal Çernobil Derneği’nin başkanı seçildim, halihazırda bu dernekte nükleer santrallere karşı örgütlenmeler kurmaya devam ediyorum.
YG: Fukuşima nükleer santral kazası olduğunda ne düşündünüz? Fukuşima’ya kazadan sonra gittiniz mi? Kazayı televizyonda izleyip haberleri okuyunca anılarınız ve korkularınız tazelenmiş oldu mu?
S : Açıkçası bu sorunun bana sorulmasını hep istemiştim ama kimse sormadı. Size çok teşekkür ederim. Siz kadınlar bağlantıları daha kolay kuruyor, mücadelenin anlamını daha iyi kavrıyorsunuz. Endişeleriniz hakiki ve içten bu sebeple mücadeleye vereceğiniz katkı çok önemli oluyor. Benim de 3 kızım var onları çok seviyorum.
(Dr Calussen, çevirmenimiz Aliev Hanım ve ben birbirimize bakıp gülümsüyoruz)
S: Çernobil kazası olduğu zaman 25 yaşındaydım şimdi ise 55 yaşındayım çok farklı algılıyorum. Fukuşima’daki reaktör patlamaları beni çok etkiledi. Ama hayır Fukuşima’ya hiç gitmedim.
Nükleer santrallerle ilgili olarak derneğimizde sivil toplum farkındalık arttırma sorumluluklarımız da var. Bu kapsamda çocuklarla konuşuyoruz. Fakat çocuklar teknolojiye meraklı ve onlara öyle lanse ediliyor ki çocuklar nükleer santralin iyi ve zararsız bir şey olduğunu düşünüyor.
Sonra ben onlara kendi anılarımı yaşadıklarımı anlatıyorum ve tekrar soruyorum, ne düşündüklerini, nükleer santral isteyip istemediklerini…. cevap genelde istemedikleri şeklinde oluyor.
YG: Dünyada halihazırda 400 reaktör var, ne düşünüyorsunuz sizce potansiyel bir tehlike mi?
S : Maalesef öyle, Çernobil’de reaktörler durmuş vaziyette ama tehlike devam ediyor, yani nükleer santral aslında insanların kontrol edebildiği bir şey değil, devrede olsun olmasın her zaman tehlike potansiyeli taşıyor . En güvenli bildiğimiz santraller Japonya’daki santrallerdi. Buna rağmen Fukuşima gibi bir kaza yaşanabildi. Fay hatları nükleer santraller açısından ayrıca büyük risk teşkil ediyor.
Öte yandan maalesef insanları yoksullukla imtihan ediyorlar ve sonra da nükleer santraller üzerinden zenginlik vaat ediyorlar. İnsanlık teknolojiyi ileri bir boyuta getirdi evet ama aynı teknoloji nin artık yaşamımıza engel olduğunu da görelim.
Toprak, su, hava sağlıklı yaşamamıza elvermiyorsa biz ne yapalım parayı pulu ? İnsanoğlunun çok aciz oldugunu düşünüyorum. Biz doğaya kötü muamele ettiğimizde o muamelenin bize geri dönüşü çok acıklı oluyor, ekosistemde bir toz kadar yerimiz var. Ben inanclı bir insanım ve şunu söyleyebilirim ki, kesinlikle doğaya verdiğimiz zarar kadar zarar göreceğiz.
Lütfen, mum yakalım ama, artık nükleer santral kurmayalım, mevcutlardan da kurtulalım !
Röportaj: Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)