Yaşam hakkı savunuculuğu kolay değil!
Her daim Devletin desteğini alan özel
sektöre ait yol, köprü, inşaat, AVM gibi mevcut ekosistemi ve yaşamsal
bütünlüğü bozacak projelere “Hayır!” demek kadar kirleticilere izin
vermemek de yaşam hakkını savunmakla ilgili. Sözkonusu kirleticiler
termik, nükleer santral, can suyu bırakmayan HES’ler olduğu kadar daha
önce de defalarca Türkiye sınırları içine sızdırılmaya çalışılan
tehlikeli atıklar…
Maalesef hafızamızı zorlayacak konular
değil bahsettiklerim: İzmir’in Gaziemir ilçesinde Emrez Kasabası
içindeki Aslan Avcı Kurşun Fabrikası’nın arazisinde, nükleer reaktörlerde oluşturulan, yarılanma ömrü 13,5 yıl olduğu için etkileri onlarca yıl devam eden, her anlamda çevre ve insan sağlığını hasara uğratan Europium 152 (Eu-152) izotoplarının
gömülü bulunması, nükleer santrali bulunmayan Türkiye’de, atık
ticaretinin yapıldığının ispatıydı. İlk olarak 2008 yılında yerinde
tespit edilen fakat, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK)
tarafından önlem alınmayan, 2012’ye gelindiğinde sivil toplum eliyle
başlatılan dava süreci üzerinden bugün hala yürütülen bir mücadele
sözkonusu. Gaziemir için sivil toplum eliyle verilen mücadele salt atık
ticaretinin faili Aslan Avcı Kurşun Fabrikası’na yönelik değil, çevre
ve toplum yararına yürütülen tüm kampanyaların, bu çabanın İzmir Valiliği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
yönelik baskı oluşturmayı amaçlaması biraz önce bahsettiğim gibi
yaşamdan yana olmanın denkliği gibi görünüyor. Gaziemir direnişinde
evrilen sivil toplumun katettiği mesafeyi okuyabileceğiniz yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Bir diğer örnek ise, henüz iki yıl önce
Kuito adlı asbestli olduğu çevre örgütlerince öngörülen geminin
“radyoaktif atık bulunduğu” gerekçesiyle 5 gün açıkta bekletilerek
incelenmeye zorlanması sayılabilir. Ancak, sivil toplumdan yükselen itirazlara rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın
oluşturduğu komisyonun inceleme sonrasında “tehlikeli atık
bulunmadığı”nı ve “radyasyon değerlerinin TAEK’in belirlediği sınırın
altında olduğu” nu raporlamasıyla, asbestli geminin kıyıya
yanaştırılarak söküm işlemlerine başlanmasına izin verilmişti [1].
Şüphesiz endüstriyel ve teknolojik
gelişmeler neticesinde Dünyanın başı çok uzun zamandır tehlikeli
atıklarla dertte. Zira tehlikeli atıklar içerisinde özellikle arıtmak
suretiyle bertarafı mümkün olmayan nükleer atıklardan nihai olarak
kurtulmak mümkün olmadığı için ortaya çıkan nükleer atıkların gözönünden
kaldırılması, bir bakıma halının altına süpürülmesi en uygun(!) çözüm
olarak görülüyor. 2011 yılında meydana gelerek bugüne dek etkilerini
hissetirmiş olan Fukuşima nükleer santral faciasından sonra Japon sivil
toplum insiyatifi tarafından nükleer santrallerin “tuvaletsiz” evler
olarak nitelenmesi boşuna değil. Nükleer atıklarını ne yapacağını
bilemeyen dünyada bugüne dek Finlandiya’da 2020’de faaliyete geçirilmesi
planlanan Onkalo Nükleer atık deposundan hariç kullanılmış yakıt
çubuklarının bertarafı için bir yöntem bulunmamış. Kaldı ki söz konusu
Onkalo nükleer atık deposu bile geleceğe dair pek çok tehdidi içinde
barındırıyor. Onkalo Nükleer Atık Deposuyla ilgili yazımıza, sözkonusu tehditlere buradan ulaşabilirsiniz.
Evet, dünyanın başı dertte ama, kabul
edelim ki bazı ülkelerin başı daha fazla dertte: ülkelerin
azgelişmişlik ve demokrasiden yoksun oluşları oranında tehlikeli
atıklara da maruz bırakıldıkları ortada. Zira %90’ı zengin OECD ülkeleri
tarafından üretilen tehlikeli atıkların miktarı gelişmiş ülke olmakla
doğru orantılı şekilde artarken kişi başı 120 kiloya kadar çıkabilmekte.
Mamafih, gelişmiş ülkelerde tehlikeli atık bertarafının maliyetinin
yasalara uygunluk çerçevesinde yüksek olması nedeniyle atıklar az
gelişmiş ülkelere gönderilerek para karşılığında doğaya terk edilmekte.[2]
Örneğin 1 ton atık fiyatı İtalya için 250 Dolar iken, Somali için
ödenen miktar 2,5 Dolar civarında. Öyle ki yapılan anlaşmalar Somali’yi
600 bin ton kimyasal atık boşaltıldığını gösteriyor. Lakin bu ticretin
faturası ekolojik problemler şeklinde olduğu gibi 2004’te yaşanan
tsunami’nin ardından karaya saçılan nükleer atıklar bölge insanında ani
ölümlere, mide kanamalarına, deri hastalıklarına neden olmuş bulunuyor[3].
Dünyadaki tehlikli atık ticaretinin
korkutucu boyutlara vardığına diğer bir örnek geçen hafta Tayvan ve
Somali açıklarına 200 bin varil bırakıldığının anlaşılması olabilir.
Medyada yer alan biligiye göre İtalyan Gizli Servisi’nin ortaya
çıkardığı belge ve dökümanlar, işadamı Georgio Comerio’nun Kuzey Kore
ile 1990’lardan beri işbirliği yaptığını, 200 bin varil için kendisine
227 milyon Dolar ödeme yapıldığını gösteriyor. Tayvan’daki çevre
örgütleri hükümetten bu iddiaların izini sürmesini ve atık varillerde
meydana gelen sızıntının ekolojik tahribata yol açıp açmadığını,
okyanusun durumunu test etmesini, Aktivistler hükümetin atıkların tam
olarak bırakıldığı yeri tespit etmesini talep ediyor. [4]
Yine Türkiye’den bir diğer örnek 1988
yılında Karadeniz’de yaşanmış, zehirli atıklarla dolu 450’den fazla
varil, Karadeniz açıklarında bulunmasını izleyen süreçte yaşandı
denebilir. Romanya’da bertaraf edilecek tesis bulunmadığı için
Karadeniz’e atılan variller, 2000 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
eliyle İzmit’teki İzaydaş Atık Yakma Tesisi’ne gönderilmek istenmiş
ama atıkların transferi esnasında yayabilecekleri hastalıklar gözönünde
bulundurularak çevre örgütleri tarafından
engellenmişti. Denizden paslı,“delik deşik” çıkarılan varillerin ise
gerçek sayısının 3000 olduğu tahmin ediliyordu. 1994 yılında tehlikeli
ve diğer atıkların sınır aşırı taşınması, bertaraf edilmesi ve geri
dönüşümünden doğabilecek tehlikeleri ortadan kaldırmaktı.Özellikle de “gelişmekte olan ülkeleri”; tehlikeli atık sorunu yaşamaya başlayan “gelişmiş ülkelerin“ çöplüğü olmaktan koruyan “Basel Sözleşmesi”ne dayanarak bu atıkların menşei olan İtalya’ya gönderilmesini sağlayan ise yine sivil toplum olmuştu.
Görüldüğü üzere halının altına süpürme işi
veya Fukuşima literatürüyle evde bulunmayan tuvalet, komşu evlerde başka
diyarlarda aranırken, sifonu çekmek bu işin ticaretini yapanlara kalmış
durumda… Buna karşı mücadele ederek ses çıkarıp, yaşam alanlarını
korumaya çalışanlar ise sivil toplumdan başkası değil. Peki baskı
organlarının ağırlığını yitirdiği, sivil toplumun dışlandığı bir
ortamda dünyada alıp başını giden tehlikeli atık ticaretine karşı kimin
sesi çıkaracak?!!! Sesi çıksa bile onu kim dinleyecek ? Siyasi arenada
seçmenlerine iyi görünmek isteyen bir iktidar varken hasbelkader dikkate
alınan sivil toplum, bu kez kime konuşacak? Gaziemirler’in,
Kuitolar’ın istilasını bir düşünün…Sivil toplumun varlığından boşalan alanda denizleri asbestli gemiler, radyoaktif variller, toprağı, havayı radyoaktif izotoplar, kimyasallar mı dolduracak?
Hayır…!
[1] https://yesilgazete.org/blog/2015/03/30/kuito-icin-mahkemeye-sokum-islemini-durdurun-basvurusu/
[2] S.k.Agarwal , 2005, Wealth from Waste, New Delhi, APH Publishing
[3] http://www.halkinsagligi.org/gaziemirde-gomulu-radyoaktif-atiklar-hur-hassoy-raika-durusoy/
Bu yazı ilk olarak 21.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete'de yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder