“Doğduğunda bebek şeklinde değildi, her yerinden dikilmiş küçük bir torbayı andırıyordu. Vücudunda hiçbir delik yoktu, sadece bir çift göz. Dosyasında: Kız çocuk, multipıl patolojiyle doğmuş; anüs aplazisi, vajen aplazisi, sol böbrek aplazisi’ yazıyor”
Okuduğunuz satırlar 2015 yılında İsveç Akademisi, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Svetlana Aleksiyaviç’in
Çernobil’den Sesler adlı eserinden . Çernobil Nükleer Felaketi’nin tanıklarıyla yaptığı röportajlar üzerinden yaşananları aktardığı kitapta, bir annenin anomaliyle doğan yavrusunu betimlemesi…
Hatırlarsınız, 13 ayrı sivil toplum kuruluşu tarafından Akkuyu Nükleer Güç Santrali(NGS)’nin onaylanmış olan ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporundan ayrı bir de bu santralin kurulmak istendiği Akkuyu coğrafyasının uygun olmaması nedeniyle yer lisansına karşı dava açılmıştı. ÇED’i olumlayan Bilirkişi incelemesinin diğer bir deyişle “
Bitir işi raporu” nun bir benzeri de bu davaya yönelik verildi. Sözkonusu bilirkişi raporunun kamuoyuna
aksetmesi Anneler Günü’ne denk gelince benim için de bir nükleer santral kurulması olasılığını anneler açısından değerlendirmek elzem oldu.
Bilirkişiler bilmez, Anneler bilir!
Evet bilirkişiler bilmez anneler bilir, gerçekler anlatılırsa şayet! Çünkü siyasi iktidarın nükleer santral sahibi olma hırs ve arzusunun en fazla tesir edeceği nüfus çocuk nüfusudur ve bu gerçek saklanır. Nasıl ki nükleer santrallerin güvenli, temiz ve ucuz olduğu miti gerçeğin bunun tam aksi olduğunun anlaşılmasıyla yıkılmışsa nükleer santral ve çocuk imajı arasında da bir inkar politikası yatıyor. Siz nükleer santral reklamlarında çocuk imajının sıklıkla kullanılmasının nedenini başka bir şeye mi bağlamıştınız?
Radyasyon en fazla çocukları tehdit ediyor!
Siyasi iktidarlar ve onların sıkı fıkı ilişki içinde olmayı tercih ettiği nükleer kulüp her ne kadar ticari ve yasal imkanları seferber ederek nükleer santral projelerini iş , aş vaatleri ile gerçekleştirmeye çalışsalar da Dünya kamuoyu özellikle Çernobil ve Fukuşima Nükleer Felaketleri’yle nükleer santrallerin yıkıcı sonuçlarını anlamış durumda. Lakin bu idrak seviyesi toplumun her kesimi için aynı değil. Bu bilgi ve farkındalık düzeyi de aynı olmadığı için çocuk imajı hala nükleer santral reklamlarında kullanılabiliyor. Benzer bir durum ömrünü kanser araştırmalarına adayan bir
bilim insanınınkanser belasına yol açan nükleer santral reklamında oynatılmasında görülür. Tek fark en büyük kurbanın reklamdaki öznenin yani çocukların olmasıdır. Nitekim nükleer santrallerde açığa çıkan radyasyonun en fazla çocukları etkilediği, onları Hibakuşa’lar
* haline getirdiği, Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nin Hiroşima’ya attığı Atom bombasının etkilerini araştıran bilim insanlarınca ispatlanmıştır. Çernobil ve Fukuşima Nükleer Felaketleri’nin sonuçları da bu tespiti maalesef defalarca doğrulamıştır. Bu husus gözardı edilemeyecek kadar mühim olduğundandır ki Akkuyu Yer Lisansı Davası’na yönelik hazırlanan Bilirkişi raporunda da 1-2 yaş çocukların olası radyasyon maruziyeti üzerine hesaplamalar yapılmış. Raporda şöyle bir kısım dikkat çekiyor:
“Kritik grup olarak; 1-2 yaşlarındaki çocukların seçilmesinin nedeni solunum ve sindirim yolu ile alman doz dönüşüm katsayısının diğer yaş gruplarına göre daha büyük olmasıdır”(…)” Doz katsayısının 1-2 yaş arasındaki çocuklar için en büyüktür.”
Ve ilgili paragraf şöyle sonlanıyor: “Sonuç olarak yer raporuna esas dokümanlarda ayrıntılı İnceleme ve değerlendirmelerle olası radyoaktivite satımların doz etkileri hesaplanarak halka ve çevreye bir tehlike oluşturmayacağı kanaati oluşmuştur.”
Soruyorum size çocuğuna matematikle, formullerle, katsayılarla yapılacak hesaplamayla ömür biçilmesini hangi anne kabul edebilir?
Kadınlar da erkeklere göre daha kırılgandır!
Esasen radyasyon yalnızca çocuklar için değil, Bilir kişilerin raporlarında hiç geçmese de kadınların da daha fazla “Hibakuşa” olmasına yol açar. Nitekim ABD’nin 1945 yılında Hiroşima’ya Atom bombası atması üzerine 1950’de Dr. Alice Stewart tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre kadınlar aynı doz radyasyon maruziyeti karşısında erkeklere göre yüzde elli daha kırılgandır. 2006 yılında Ulusal Bilim Akademisi (National Academy of Science) Raporu da iyonize radyasyona erkekler daha dirençli olduğunu kabul etmiştir. Yani iki erkeğe karşı üç kadının radyasyon mağduru “Hibakuşa” olması söz konusudur. İki erkek çocuğuna karşı ise dört kız çocuğu hibakuşa olacaktır.
Çocukları “Hibakuşa” olan Fukuşima Anneleri biliyor!
Bilirkişiler istedikleri kadar rakamların arkasına saklanabilirler. Biz kuş uçuşu bin kilometre mesafeden gelerek yağmur olup toparağa , çaya , ete süte yağan, denizlerimize karışan , soluduğumuz havada kalan,esen rüzgarla yayılan radyasyonun bugün hala bir çok kanser vakasının nedeni olduğunu biliyoruz. Çocukları Hibakuşa olan Fukuşima Anneleri de biliyor! Onlar nükleer felaket başlamadan önce milyonda bir çocukta görülen tiroit kanseri vakasının felaketin yedinci yılında yüz doksan yedi çocukta teşhis edilmesi neticesinde hastalığın iki bin çocukta bir görülür hale gelmesiyle öğreniyor. Siz çalışabilir durumdaki kırk üç reaktörünün tamamının bir yıl içinde kapatılmasında başı çekenin Ataerki yapısıyla tanınan Japon toplumundaki Anneler olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya bugüne dek hükümetin baskılarına rağmen yedi yıl sonra yalnızca yedi reaktörün yeniden çalıştırılabilmesinin mümkün olduğunu?
Bu gerçeği bilirkişilerin bilmediği ortada zira, raporda “Çernobil ve Fukuşima reaktör kazaları sonuçları da dikkate alınarak, gıda zincirindeki olası bulaşma (kontaminasyon) durumunda halkın tüketimine izin verilen spesifik aktivite (Bekerel/kilogram) değerleri hesaplanmıştır. Olası büyük kaza sonuçları; halkın radyasyon sağlığına ve güvenliğine ilişkin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK) mevzuatındaki sınır değerlerin aşılmayacağını göstermiştir” ifadesi yer alıyor.
Yukarıdaki açıklamaya göre raporun sonunda bir de Japon hükümetinin aksiyonları olumlanmış. O Japon Hükümeti ki, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı(UAEA) ’nın Dünya genelinde otuz yaşında beyaz erkek yapısını baz alarak tayin ettiği yıllık sınır doz olan bir Milisieverti, kendi insiyatifiyle yirmi katına çıkarmış bulunuyor. Kaldı ki Japon Hükümeti bu şekilde yetişkinlerin yaşamını dahi tehlikeye atmakla kalmamış onlardan çok daha kırılgan olan çocuklara yönelik hiçbir önlem almamış hatta, ebeveynlere ödenen tazinatların onların evlerine geri dönmesiyle kesilmesi için tahliye edilen bölgelerdeki okulların açılarak eğitim öğretim hayatına başlanmasını salık vermiştir. Fukushima Anneleri yedi yıldır her gün Hibakuşa olan ve bu olasılıkla yaşayan çocukları için
ağlıyor . Siyasi iktidarın Akkuyu NGS için örnek aldığını ifade ettiği Japon Hükümeti onları ağlatıyor.
Anne terliğinden korkmak lazım!
Soma maden kazasının dördüncü yıl dönümünde yaşamını yitiren üç yüz bir madenci için durumu “madencinin fıtratı”yla açıklayan siyasi iktidarın, bir türlü öngörülemeyen o radyasyon dozları aşıldığında ki, aşılmasa bile düşük doz radyasyonun kanser yapıcı etkisi
ispatlanmıştır, “fıtrat” muhasebesi yapması muhtemel. Fakat bir dönemin popüler tabiri ile “toplum mühendisliği”nin genlerimize inerek çocukları birer Hibakuşa’ya çevireceği,onların geleceğini çalacağı noktada “özellikle seçim öncesi” hakikaten biraz “Anne terliğinden korkmak lazım!”.
*Hibakuşa: Radyasyon mağdurlarına verilen ad. Atom bombaları patladığı anda Hiroşima ve Nagazaki’de bulunup hayatta kalan insanlara Japonya’da verilmiş olan Dünya literatürüne bu şekilde geçmiş olan kelime. Bkz. “Hibakuşalar Olmasın!” Sergisi
Pınar Demircan
(Yeşil Gazete)