Tekniği ve bilimi araçsallaştırarak gerçekleştirdiği faaliyetlerle doğayı ve doğal olanı kullanıp değiştiren, dönüştüren insanın icatlarından biri de baraj kurmak oldu. Nişanyan sözlüğüne göre “Baraj” kelimesinin kökü Fransızca “barrer”, Türkçe karşılığı ile “engellemek, set çekmek”olan bu kelime kaynağından özgürce akıp gelen suyu ortalarda bir yerde kıstırıp biriktirmeyi tarifliyor. Şüphesiz icatlarına doğayı taklit ederek başlayan insan, nehir üzerine çektiği setle bir göl, bir deniz yaratmayı istemiştir. Benzer şekilde bu yazının da derdi biraz Çevre Haftasına da hitap edecek şekilde doğayı vesile ederek düşünmek, kıssadan hisse çıkarmak. Zira önümüzde seçim yani, yedi kere uzatılmış OHAL dönemlerinden sonra hala geleceği seçme şansı var…
Türkiye’nin içme -kullanma, endüstriyel sulama amaçlı kurulan ilk barajının (Çubuk Barajı) tarihi 1936’ya uzanır. Beş yüz doksan yedisi hidroelektrik santral(HES) amaçlı kurulan barajların sayısı ise Orman ve Su İşleri Bakanlığından geçen sene yapılan açıklamaya göre toplam sayı yediyüz yirmi yedi olurken gelecek beş yılda bu sayının ikiye katlanması planlanıyor. Kelimeye ruhunu da veren “cansuyu” nun bile bırakılmasından imtina edilen barajların neler alıp götürdüğünü tahlil etmek zor değil. Uzmanlar Dersim’de planlanan yirmi altı HES barajının altmış köyü yutacağını, bu şekilde Munzur Vadisi’nde bulunan endemik bitkilerin, yaşayan canlıların yok olacağını açıklıyor. Yatağında akarken yaşamı yeşerten, cansuyunu kıskandığmız nehirlere takılan beton kelepçelerin haddi hesabı yok…
Dokuz medeniyete beşiklik etmiş on iki bin yıllık Hasankeyf ise iki yüz elli ye yakın höyüğü, beş binden fazla mağarası, tarihi camileri, minareleri, kilise kalıntıları, sahabe kabirleri, türbeler ve tarihi köprüleri ile sular altında bırakılmak isteniyor. Bu icraatlar için vadi içinde dinamitlerin patlatıldığını yüreğimiz dağlanarak izledik, izliyoruz. [1]
Dünya genelinde de durum farklı değil,doğal yaşam varlıkları üzerine takılan bu beton kelepçeler küresel ısınmayı arttırırken iklim değişikliğinin de nedenleri arasında. Yetmiş bin büyük baraj olduğunu ve devam eden inşaatların tamamlanmasıyla on beş yıl içinde mavi küre üzerindeki nehirlerin yüzde doksandan fazlasının üzerine baraj inşa edilmiş olacağını dikkate alırsak iklim değişikliği bağlamında kaçınılmaz bir döngüye girdiğimizi anlamak güç olmaz.
Akgün İlhan’ın yazısında açıkladığı gibi, barajlar vejetasyon, sediman ve toprak gibi organik materyalleri bünyesinde biriktirip çürümesine neden olduğu için önce suya sonra da havaya metan ve karbondioksit salıyor. Bu şekilde insan kaynaklı metan gazının %23’ünü salan barajlar iklim değişikliğinin etkilerini de tırmandırıyor. Barajların kurulması için ormanlık alanlarda yapılan kesimler de cabası. Zira karbon yutak alanı görevi görecek ağaçların kesilmesi, karbon salımı bir hastalık gibi düşünüldüğünde tedaviyi önleyen bir durum arz ediyor.[2]
İklim değişikliği felaketi karşısında barajlara neler olabileceğine dair bir örnek Kenya’dan verilebilir. Çok değil, daha bir ay önce Başkent Nairobi’nin kuzeybatısındaki Nakuru bölgesinde bulunan Patel Barajı’nın duvarları yıkılmış ve akıntı baraj gölünün alt kısmında kalan evleri sürüklemişti. [3] Aynı Mayıs ayı içinde Kolombiya’nın en büyük barajının sellere dayanamaması neticesinde altı yüz kişiyi evsiz bırakan, beş bin kişinin tahliyesiyle sonuçlanan bir felaket yaşandı… Tabi bu barajların kapitalist bir mantıkla maliyetleri düşürme gayesi güderken güvenli inşa edimediğini, rüşvetlerin alınıp verildiğini de aklımızın bir köşesinde tutalım.[4]
İklim değişikliği, barajlar üzerinde olduğu kadar aşırı yağmurların neden olduğu sel ve bazı bölgelerde yaşanan uzun süren kuraklıklarla; son yıllarda görülen hortum ve fırtınalarla kendini gösteriyor, adından söz etiriyor. Türkiye’de de kötü yönetimin ve olası felaketlere karşı önlem alınmamasına bağlı olarak , tabiri caizse bin nasihatın yapamayacağı etkiyle müsibetler iklim değişikliği karşısındaki yurttaş bilincini yükseltiyor hatta bu farkındalık Dünya ortalamasının bile üstünde.
Nitekim, dün İklim Haber tarafından kamuoyuyla paylaşıldığı üzere, Konda’nın otuz il merkezi, yüz ilçe ve yüz kırk yedi mahalle ve köyünde iki bin beş yüz doksan beş kişiyle yüzyüze mülakatlar yaparak gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların %86,2’si küresel ısınmanın gerçek olduğunu düşünüyor. Sonuçlar, seçmen dağılımına göre değerlendirildiğinde AK Partili Seçmenlerin %57’si kömüre karşıyken, İyi Partililerin %61’i , CHP’lilerde %48 i kömürlü termik santrallere karşı çıkıyor. MHP’lilerde ise % bu oran 44’e düşüyor. Araştırmaya katılanların %70,5’i güneş santrallarını ve %52,8’i ise rüzgar santrallarını tercih ederken kömür, HES ve nükleerin en az tercih edilen enerji yatırımları olduğu anlaşılıyor. [5]
Yurttaşların uzak düştüğü bu poltikaların çoğu sivil toplumun sürece müdahil olmasının önlendiği bir dönemin eseri olurken yedi defa uzatılan OHAL şartlarıyla bu yatırımların iki dudak arasına alındığı bir gerçek. Bu süreç aynı zamanda Anayasal hakların T.C. tarihinde ciddi manada askıya alındığı dönemdir. Dolayısıyla bu seçimin uzun vadeli ortak geleceğimizi tesis etme imkanını içinde barındırmasından hareketle çok net olarak ekolojik ve demokratik hakların kurtuluşu ihtimalini taşıdığı söylenebilir.
Ancak, AB ülkelerinde %0 ile %5 arasındayken Türkiye’de %10 olan seçim barajı gerçek temsiliyetin önünde bir engeldir. Zira araştırmalar baraja tabi tutulan partinin baraj altında kalması endişesiyle seçmenlerin oylarını baraja takılmayacağı öngörülen seçeneklere kaydırdığını gösteriyor. Bu şekilde yüksek barajın marifeti hukuk ve demokrasiyi çatıştırmak olurken HDP’nin barajın altında kalması, baraj savunucusuna 70 -75 vekil hediye edilmesi ve OHAL’in hiç olmadığı kadar olağanlaştığı bir döneme girilmesi anlamına gelecektir. [6]
Bu nedenlerle çeşitliliğin korunması için, can suyunu özleyen topraklar gibi anayasal hakların korunması için oy kullanırken bu “baraj” üzerine düşünmek elzemdir. İklim değişikliğine bağlı hava olaylarının, beton barajların esaret altına aldığı dereleri, nehirleri eninde sonunda özgür bırakmak zorunda kalacağı gibi hak ve özgürlükler alanında yaratılan baskı ortamının değiştirdiği sosyal ve siyasal iklim de barajın su tutmasıyla çökecek, su akıp yolunu bulacaktır.
Not: Bu yazı ne iklim değişikliğini, ne yağmur suları veya başka nedenlerle barajların yıkılarak afetlerin yaşanmasını, ne de insanlarla , canlıların yaşamını kaybetmesini olumlar. Bilakis “baraj”ların neden olacağı hiç bir yıkımın yaşanmaması için daha fazla barajın kurulmaması ve doğanın su hakkının korunması temennisini taşır .
Son notlar:
[1]https://yesilgazete.org/blog/2017/09/17/hasankeyfde-sular-durulmuyor-12-bin-yillik-yasayan-tarih-yok-mu-olacak/[2] https://yesilgazete.org/blog/2018/01/20/daha-fazla-baraj-mi-sizin-kafaniz-iyi-mi/[3] https://yesilgazete.org/blog/2018/05/10/kenyada-siddetli-yagis-baraji-yikti-en-az-27-olu/[4]https://www.theguardian.com/world/2018/may/16/colombia-tens-of-thousands-of-ordered-to-evacuate-after-floods-at-dam[5] Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması, İklim Haber[6]http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2015-1/07.pdf
Pınar Demircan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder