Türkiye henüz bir nükleer santral kurma ve işletme deneyimine sahip değilken, ikinci nükleer santral için Çevre Etki Değerlendirme(ÇED) başvurusu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yapıldı. Böylece 2013 yılının Mayıs ayında Türkiye ve Japonya arasında imzalanan hükümetlerarası anlaşma ile kurulması planlanan her biri 1140 Megawatt kapasiteli 4 reaktörüyle toplam 4560 Megawatt gücündeki santralin 2025 yılında devreye alınması öngörülüyor. İlk plana göre 2023 yerine 2 yıllık bir gecikme meydana gelmişken bu gecikmenin santralin kurulum maliyetinde artışa neden olup olmayacağı ise henüz bilinmiyor.
Başvuru Dosyasında soru işaretleri
Öncelikle “Başvuru ve başvuru dosyası” ifadelerinin altını çizmek gerekiyor zira, eski uygulamada ÇED raporunununsunulmasıyla halkın katılımı toplantıları gerçekleştirilirken yönetmelikte 26 Mayıs 2017 tarihinde yapılan değişiklikle “başvuru ve inşaat öncesi” süreç ÇED kapsamına alınmış bulunuyor. Dolayısıyla halkın katılımı toplantılarında değerlendirilecek metinde özellikle projenin çevreye ve ekosisteme etkilerine istinaden “ÇED Raporu’nda detaylı şekilde sunulacak ve değerlendirilecektir” şeklinde “-ecekli,-acaklı ifadeler” karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak bu dosya bu haliyle ne bir konuya açıklık getiriyor ne de soru işaretlerine cevap oluyor.
Yeni yönetmeliğe göre başvuru dosyasının sunulmasının ardından Halkın Katılımı Toplantısı/Toplantılarının tamamlanmasından itibaren başvuruyu yapan şirket “Format Bedelini 1 ay içinde yatıracak ve on iki (12) ay içinde ÇED Raporunu Bakanlığa sunmakla yükümlü” olacak. Bu noktada akla gelen soru, sivil toplumun itirazlarının başvuru süreciyle mi sınırlı olacağı yoksa ÇED raporunun içeriğine dair mi olacağı iken bu “ -ecekli,-acaklı rapor” çevre üzerindeki etkiye dair bir şey söylemediği için neye nasıl itiraz edilebileceğini yaşayarak göreceğimiz anlaşılıyor.
Areva mı Framatom mu?
ÇED başvuru dosyası sunulan bilgiler açısından yeterli olmadığı gibi şekil itibariyle de soru işaretleri barındırıyor. Bunlardan biri nükleer santralin inşasında ve operasyonunda yetkili olacak Mitsubishi Şirketi’nin Atmea 1 reaktörlerini kurmak için yaptığı konsorsiyumun tarafı olan Areva Şirketi ile ilgili. Zira geçen haftalarda Areva’nın yurt dışı nükleer santral projelerini daha önceki yazımızda okuduğunuz gibi Framatom’un üstlenmiş olduğu açıklandığı üzere, başvuru dosyasında geçen “Areva”şirket adının geçerliliği de tartışma konusu olabilir.
Bir diğer ilginç nokta finansal anlaşmasının Akkuyu NGS’den farklı olarak yap-sahip ol-işlet/built-own-operate değil devlet- özel şirket ortaklığında yapılarak en fazla %49 hisseyle ortak olabileceği ve Elektrik Üretim A.Ş (EUAŞ)’ın adresinin vergiden muaf olunması için açıkça Jersey Kanal Adaları Türkiye Merkez şubesi olarak gösterilmesi. Belki vergi kaçırmak suretiyle 2 yıllık gecikmenin ve uzayan fizibilite çalışmalarının 20 Milyar Dolar olarak öngörülen maliyeti arttırmasından etkilenmemeye çalışılıyordur…
Fukuşimadan ders alınmış(!)
ÇED başvuru dosyasında dikkat çeken bir ibare ise “Sinop nükleer santral projesinin Fukuşima’dan alınan derslerle hazırlandığı” şeklinde. Açıkça “Fukushima Daichi Nükleer Güç Santrali Kazası ve sonrası alınan derslerin de göz önüne alınmasıyla nükleer güvenlikte en yüksek seviyeye ulaşacak biçimde inşa edilecek ve daha sonrasında işletilecektir” denmiş fakat ders alındığı iddia edilen hususlar aynı Akkuyu Bilirkişi raporunda olduğu gibi ölçülebilirlik ve bilimsellikten uzak, “yüksek oranda/özenle/hassas şekilde” olarak ifade edilmiş.
Örneğin başvuru dosyası içinde sayfa 14/173’te “ATMEA 1tasarımında yukarıda anlatılan özellikler sayesinde olası büyük kazaların olma olasılığının yüksek oranda önüne geçilmiştir ”denmiş . Ayrıca, “Yenilikçi özellikler, muhafaza yapısının özelliklerini bozabilecek enerjiyle ilgili senaryoların neredeyse tamamını elimine etmektedir” gibi bir açıklama bulunuyor. Sinop NGS’de kurulmasına karar verilen Atmea 1 reaktörü için bu afaki ifadeyle güvenlik taahhütünde bulunulmuş.
Bir diğer taahhüt örneği ise, başvuru dökümanı sayfa 17/173’te “Türkiye nükleer enerji üretimi konusunda bütün gerekli önlemleri özenle almaktadır ”şeklinde dikkat çekiyor.
Bununla birlikte Fukuşima’da 3 rekatörde meydana gelen çekirdek erimesinin yer altı sularına karıştığı haberlerini anımsayarak okuduğumuzda hiç de özenli bir hazırlık yapılmadığını görüyoruz. Zira, yer altı sularının kontaminasyon riski için: “Mevcut durumun belirlenmesine yönelik çalışma sonuçları ÇED Raporu’nda verilecektir” notunun düşülmüş bulunuyor.
Doğruluğu şüphe uyandıran bilgiler
Diğer taraftan bazı veriler de soru işaretine neden oluyor. Örneğin Nükleer santrallerin denizden alacağı suyu devir daim ederek soğutma suyu olarak kullandıkları belirtilmiş. 1000 Megawatt’lık bir reaktör için kullanılan soğutma suyunun 7-10 milyon metreküp olduğu bilinmekte iken 4 reaktör için toplam 30 bin metreküp olarak yazıldığı dikkat çekiyor.
Nükleer santral mevusunda hep değinidiğimiz bir konu da bu santrallerin uçak düşmesine maruz kalması halinde yaratacağı bomba etkisidir. Başvuru dosyasında da aynı tartışmayı doğuracak şekilde santralin uçak çarpmalarına karşı zırhlı koruma kabı ve binaları ile ciddi kazaların etkilerini azaltabilmek için eriyik kor tutma sistemi gibi güvenlik özelliklerine sahip olduğundan bahsedilmiş. Lakin bu uçağın tipine dair bir tanım bulunmuyor. Her ikisi de “uçak” olduğu üzere planör mü Trabzonda düşen Boeing 737 tipi uçak mı bu tanıma giriyor emin olamıyoruz.
“Nükleer yakıt Sinop NGS rıhtımına indirilecek…”
ÇED başvuru dosyasının 166/173 no’lu sayfasında Nükleer yakıt ve atıklarla ilgili yapılmış olan açıklama ise “Nükleer yakıt, proje sahibinin anlaşma yapacağı yakıt tedarikçisinden sağlanacaktır. NGS’ye gelecek yeni yakıt santral sahasına deniz taşımacılığı ile ulaştırılacak ve Sinop NGS’ye ait rıhtıma indirilecektir” şeklinde. Peki bu yakıt nereden hangi yolla ve rotadan getirilecek?Bu yakıtlar İstanbul Boğazı’ndan mı geçecek yoksa kuruldu diyelim Kanal İstanbul’dan mı geçecek? Buna dair bir açıklama bulunmuyor kaldı ki bu ifade neredeyse yakıtlar zembille indirilecekmiş hissini uyandırıyor.
Ayrıca bu başvuru dosyasında nükleer atıklara dair de bir açıklamaya yer verilmemiş, yakıt çubuklarının kullanıldıktan sonra 10 yıl soğutma havuzunda dinlendirileceği ifade edilmiş ama sonrasındaki sürecin etki değerlendirmesine değinilmemiş.Yani atıkların içinden plutonyumu kim alacak, nihai atıklar nereye gömülecek ?
Japonya’daki Hükümet bile Fukuşima’dan ders almış değil!
Sonuç olarak Fukuşima’dan ders alınarak hazırlandığı iddia edilen proje adına sunulan başvuru dosyası tatminkar olmaktan çok uzak. Kaldı ki projeyi gerçekleştirmekle yükümlü olan Japonya tarafının Fukuşima’dan ders aldığını söylemek de mümkün değil. Zira nükleer felaketinin başlamasının üstünden 7 yıla yakın bir zaman geçerken 2015 yılı itibariyle geçen hafta üçüncü defa ziyaret etme imkanı bulduğum Fukuşima’da şimdiye kadar yazılarımla sizlere aktardıklarıma ek olarak diyebilirim ki Sinop NGS için hükümetlerarası anlaşmayla önayak olan Japon Hükümeti bile hatasını kabul etmekten çok uzak ve yoğun bir inkar politikası uygulamakta.
Bu inkar politikasını en somut olarak 2016 Temmuz ayında kurulmuş bulunan Fukuşima İletişim Ofisinde görüyoruz. Fukuşima’da yaşanan nükleer felaketi anlatmaktansa 20 Milyon Dolar maliyeti göze alarak dünyada yalnız iki tane bulunan dev bir tiyatro sahnesi inşa ederek nükleer fizik ve doğadaki radyasyon hakkında çocuklara bilgi vermeyi tercih eden devlet destekli eyalet yönetimi okul gezilerinin ana durağı olma çabası gösteriyor.
Şüphesiz bu inkar politikasının temeli ise Japon Hükümeti’nin 2012 yılında radyoaktif doz limitlerini dünyaca kabul edilen yıllık 1 milisievert sınırından 20 milisieverte geçirmesi oluştururyor. Buna göre Hükümet, 1 milyon 9 yüz bin nüfuslu Fukuşima eyaletinden tahliye edilen 160 bin kişinin üçte biri olan 55 bin kişiyi evlerine dönmesi için ikna etmeye uğraşıyor.
Alınan tek ders yenilenebilir enerjiye geçiş!
Fukuşimada ders alınmış denebilecek tek nokta var, o da Fukuşima için gelecek enerji kaynağının artık nükleerden üretilmeyecek olması. Nitekim Fukuşima İletişim Merkezinde ziyaretçilere şu öneri yapılmış bulunuyor:
“ ….nükleere bağımlı olmadan temiz, güvenli ve sonsuz enerji kaynağı ile yaşamı zenginleştirelim”. Buna en büyük örnek ise nükleer felakete maruz kalan Okuma kentinin 200 Megawatt kapasiteli elektrik üretecek bir güneş kenti haline getirilmesi ve Fukuşima’ya gelenlere barkovizyonlarla tanıtımının yapılıyor olması.
Kısacası karşımızda, Fukuşima’da hatalı olduğunun yüzüne vurulmasını istemeyen fakat gelecekte ilave enerji kaynakları için yenilenebilir enerjiye yüzünü dönen bir Japonya profili bulunuyor. Lakin aynı Japonya önceki alışkanlıklarıyla kurduğu yatırımların ziyan olmaması için kurmuş olduğu nükleer santralleri yeniden devreye almaya ve yeni projeleri yurt dışına kurma çabası gösteriyor.
Türkiye ise Japonya’nın refleksini doğru okumayı başarabilirse nükleer santral kurarak Japonya gibi gelişmiş bir ülkenin yaptığı hataları tekrarlamadan direkt yenilenebilir enerjilere yüzünü dönmek suretiyle enerji kaynağı için yeni bir rejim belirleyebilir. Çünkü en güvenli santral hiç kurulmamış olandır!
(Yeşil Gazete)
Pınar Demircan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder